Atatürk'ün Harf Devrimi ve Kırgızistan'da Alfabe Meselesi - Doç. Dr. Gülzura CUMAKUNOVA

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri

Atatürk'ün Harf Devrimi ve Kırgızistan'da Alfabe Meselesi

Doç. Dr. Gülzura CUMAKUNOVA ( Kırgızistan )

Tarihte Yenisey yazıtları adı ile belli eski Türk yazılarından Yenisey yazılarının Kırgızların Minusin (Bin-Su) vadisinde yaşadıkları dönemden kalma yazma eserleri olduğu, bu yazıları onlar aynı zamanda şimdiki Sibirya Türkleri dediğimiz Hakas, Tuva, Şor, Altay Türkleri ile paylaştıkları Türkolojide artık tartışılmaz bir gerçektir.

M.S. birinci binyılın ortasından itibaren Türk halkları çok gelişmiş bir gramer yapısı ve zengin söz hazinesi olan edebî dile ve onun lehçelerini yansıtan yüksek seviyeli yazı sistemine sahip oldukları biliniyor. Böyle bir yazı sistemini geliştirmek ve kullanabilmek için o milletin hem genel kültür seviyesi, hem dilbilimi çok gelişmiş olmalıydı. Orhon-Yenisey alfabeleri Türk dilini fonetik yönden de , gramer yönünden de eksiksiz temsil edecek bilimsel yapıya sahip bir alfabeydi. Böyle bir yazı geleneği azından onlarca yüzyılların veya bin yılların ürünü olmalıydı.

Orhon-Yenisey yazılarını kaybettiklerinden bu yana Türklerin tekrar bir benzer yazı sistemi geliştirmedikleri veya o eski yazıyı modernleştirip kullanmadıklarına göre o yazıları meydana getiren atalarımızın bilimsel seviyesinin çok çok daha üstün olduğu düşünülmektedir.

Orhon-Yenisey yazılarının birkaç diyalektlere ayrıldığı ve Merkezi Asya'nın bir hayli yerinden yaygın olarak kullanıldığını halen bulunmakta olan eserlerin coğrafisînden tespit edebiliyoruz. Kırgızların tarihî olarak mekân ettiği bütün topraklardan Yenisey tipi yazıların bulunması (mesela Minusin vadisi, Yenisey kıyıları, Fergana, Isık-Köl, Talas vadileri) Yenisey yazılarının Kırgızlara ait olduğu fikrini tahmin olmaktan çıkarıp, kanıt olarak göstermeye yeter.

"Manas" başta olan tüm Kırgız destanlarında da haberleşmenin yazı ve mektup vasıtasıyla sağlandığı Kırgızyan için yazı işinin gelişmiş ve oturmuş bir iş olduğunun göstergesidir.

Fakat bu kadar güçlü bir medeniyetin nasıl ve ne zaman kaybedildiğine dair maalesef kesin bir fikir yoktur. Nitekim XI. asırdan itibaren Türk yazılarının Arap harfleriyle yazılmaya başladığı malumdur.

Kırgızistan'daki Balasagun nehrinin sakini ünlü Türk bilgini Yusuf Hashacib ile yine Kırgızistan'ın Barskon nehrinde doğduğu tahmin edilen ünlü Türkolog Mahmut Kaşkarlı'nın "Kutadgu-Bilig" ve "Divanu-Lugatit Türk" eserleri ve ondan sonraki dönemlere ait yazılı eserlerin hepsinde Arap yazısı kullanılmıştır.

"Manas Destanı" hakkında ilk malumat veren eser unvanına sahip olan XIV. asıra ait "Macmu at-Tavarih" de zamanının geniş bilgi sahibi olan adamı Seyfeddin-Ahsıkendi tarafından Arap alfabesinde yazılmıştır. Eser "Manas Destanı"nın bazı parçaları ve kahramanlarından ilk kez yazılı olarak söz edilip, Kırgızlar'ın seçimi seciresini inceleyen ilk tarihî kaynak olması ile değerlidir.

Uzun yıllar boyuncu resmî Soviyet belgelerinde, ortaçağ ve sonraki asırlarda Kırgız halkının okuma-yazma oranının çok düşük olduğu, okuyanların seviyesinin de Kuran'ı okumaktan öteye gitmediği, Ekim devrimine kadar Kırgızlar'ın cahilliğinin sisi altında ezildiği, bilimden, kültürden yoksul oldukları iddiası, milletin özgeçmişi ile komplekse kapılmasını sağlamaya yaramıştır. 17-18-19. Yüzyıllarda eserlerini Arap yazısıyla Türkçe yazan Kırgız şairlerinden Arstanbek, Kalıgul, Moldo, Kılıç, Moldo Nizay'ların kitapları sansür tarafından yasaklanmıştır. Yasaklanmanın sebebi olarak da dinî ve feodal sınıfın menfaatini yansıtmaları, pantürkistik ideyalarla sulandırılmış olmaları gibi suçlamalar takılmıştı. Halk arasında yaygın olan bu ünlü şairlerin eserlerinin bu tür akıbeti başka yazılı eserlerin zamanında toplanması ve incelenmesi işine engel olmuştu.

Kırgızistan'ın çeşitli yerlerinde bulunan edebî ve bilimsel eserlerin tabiatına ve yanlışlık oranına bakılırsa denildiği gibi Ekim Devrimi'ne kadar Kırgızlar'ın okuma-yazması yok sayılacak kadar azdı fikrinin hiç de doğru olmadığını ortaya çıkarır. Bulunan eserlerin yazıları da, konuları da Kuran okumadan öteye gidemeyen okurlara hitap edebilecek türden değildi. Üstelik bu eserler kütüphane veya müze gibi özel bir yerlerden değil, cahiliyet damgasıyla vurulan halkın içinden bulunmuşlardır. Örnek olarak XIV. asrın ilk yarısına ait ünlü hukukçu Omar an-Nasafi'nin "İslam (İlâhiyat) Hakkında İzahı", XII. Asıra ait Ali al-Katibi Dabiran'ın "Mantığın Esası Hakkında Güneş İzahı", XVI. Asıra ait ünlü din bilimcisi Omar at-Tavtazan'ın "Mantığın Eleştirimsel Açıklaması" gibi Arapça yazıdan eserleri gösterebiliriz.

Ortaçağın en meşhur şair, bilgin ve düşünürlerinden biri olan Abdurrahman Cami'nin Arap gramerinin öğrenilmesindeki zorlukları izah eden "Al Kafiyi Çözmekteki Karşılaşılan Sorunlar" adlı eserin bir kopisi de Güney Kırgızistan'da bulunmuştur. Zamanında Asya'da çeşitli adlarla çok yaygın olan bu eserin ilk kopyalarından birinin Kırgızistan'da bulunması Kırgızlar'ın arasında bu türlü ilmî kitapları okuyabilecek, ilgilenebilecek kadar yüksek seviyede eğitimli insanların olduğunun göstergesidir.

1976-80 yılları arasında yapılan ekip çalışmaları sırasında sadece Fergana, Tyanşan, Isık-Kül bölgelerinden Arapça, Farsça, Türkçe olmak üzere 500'e yakın basılmış yayınlar, 200 kadar el yazısıyla yazılmış çeşitli dokümanlar bulunmuş. Elde edilen yazılar arasında Türkçe yazıları da mevcuttur. Örneğin, Alişir Nevaî'nin Türkçe yazılan divanlarından bazıları, ünlü Kırgız şairi Molda Niyaz'ın Kırgız tarihinin önemli noktalarını içeren poemi, Osmanlı Sıdıkov'un "Şabdan Han'ın Tarihi" adlı eserleri Orta Asya Türk halklarında ortak edebî dil olarak kullanılan Çağatay dilinin örneğinde yazılmıştı. Çağatayça ve Eski Özbekçe XII-XIV asırlardan XX. Asrın başlarına kadar Türkler'in kullandığı umumî edebî dildi. Çağatay Türkçesi'nin belli bir sınara bağlanmayan lehçe üstünlüğü vardı.

Bu edebî dilde bütün Orta Asya Türk lehçelerinin sözlerine ve gramer unsurlarına rastlamak mümkündü. O belli bir yazı geleneğini koruyan, faka kullanım alanı açık olan bir dildi. Çağatayca yazıldığı sanılan herhangi bir eserin hangi lehçeye ait olduğu açık anlaşılırdı. İlk Kırgız "Alifbesi" de bu ortak dil örneğinde yazılmıştır.

15 Şubat 1911 yılında Ufa şehrinde basılan ilk Kırgız elifbası Kırgız gençliğini eğitime ve ders kitaplarını hazırlamanın ilk teşebbüsü olarak amaçlanmıştır. "Alifbe Yaki Tuta Okuu" adlı bu kitap amacının onun yazıları İşenali Arabayev ile Hafis Sarsakeyev'ler şöyle belirmişler: "Bu Alifbeyi yazıp, bastırmamızın amacı Kırgız ve Kazak çocukları içi öz ana dilinde olan ders kitaplarını hazırlamak onları ilim dünyasına eriştirecek yüce yollardan bir olan Türk ve Tatar dünyasına ayak bastırmaktır".

Demek, Kırgız Kazaklar'ın I. Arabayev, H. Sarsekeyev gibi önde gelen aydın gençleri Ufa, Kazan, Bakü, Orenburg gibi ilim merkezlerinde okuyarak Türk dünyasının aydınları ile işbirliği yaparak, kendi uluslarının istikbali için büyük işler yapmışlar, öte yandan da zamanında Türk aleminde olup bitenden haberdar olmuşlar, Türk, Tatar ve başkalarının edebiyatını, ilmini yakından takip etmişler. Fakat onların bu çabaları, özellikle I. Arabayev'in "İlim dünyasına götürecek olan yüce yolların biri olan Türk ve Tatar dünyasına ayak bastırmak" ifadesi daha sonra onun pantürkizmle suçlanması ve katledilmesi için nedenlerin biri olmuştur. İşenali Arabayev'in "Alifbesi" kendine takılan tarihî misyonunu fazlasıyla yerine getirmiş.

1942 yılında Kırgızistan'da reformlaştırılmış Arap alfabesine geçilmiş. Bu alfabeyle ilk Kırgız gazetesi "Erkin Too", ilk ders ve edebiyat kitapları, gramerleri çıkmış. Aalı Tokombayev, Kasım Tınstanov, Mukay Elebayev vb. şair, yazarların eserleri de bu alfabeyle gün ışığına çıkmıştır.

Fakat Arap yazısının ünsüz harflere dayalı bir yazı düzeni olduğu, Türk dillerindeki 8-9 ünlüye karşılık sadece üç (a,i,u) ünlünün bulunması, işaretlerin çokluğu hem öğrenim işlerinde, hem yazıda sürekli sorunlar yaratırdı. O yüzden Kırgızistan'da da başka Soviyet Türklerinde olduğu gibi Latin grafikasına geçme fikri gündeme gelmeye başlamıştır.

Türkiye'de de bu zamanlar Arap yazısı üzerinde tartışmalar tam hızıyla sürüyordu. Arap yazısının Türk dili için uygun olmayışı, ülkenin bütün halkını eğitmekte güçlük yaratışı, o yüzden halkın okuma-yazma oranı yüzde 10-20 civarında kalması düşündürücü bir durumdu. Lâtin alfabesinin Türk dili için daha uygun yazı olduğu öne sürülerek, Lâtin yazısına geçme teklifleri ısrarlı bir şekilde gelmeye başlamıştı. Fakat aydınların muhafazakar bir kısmı çözüm yolu olarak yeni harfler almak yerine eski harflerin reformunu öneriyorlardı. Bu tartışmaların başı taa XIX. asrın ortasında zamanın Milli Eğitim Bakanı Münif Paşa (1862) ve Azerî şairi Ahunzade Mirza Fetali (1857) tarafından başlatılmış olsa da XIX. yüzyılın başına kadar sonuçsuz olarak kalmıştı. İlk resmî teşebbüs 1909 yılında Maarif Nezareti'nde kurulan Recaizade Mahmut Ekrem Bey'in "Islah Huruf Cemiyeti" adlı derneği ile yapılmıştır. Bu dernek harflerin ve imlânın değiştirilmesi amacıyla ciddî çalışmalarda bulunmuş, incelemeler yapmış. Benzer çalışmalar aynı zamanda İstanbul'da Kazan'da, Orenburg'de faal bir şekilde yürütülmeye başlamıştır. Bu gelişmelerden anlaşılıyor ki, o zamanlar Türkler arasında hayli güç bir iletişim varmış. Bunlar ortak basın ürünlerinin çıkarılması, onların dağıtılmasından görülür. Aynı yazı sisteminin kullanılması belli derecede bu gazete kitapların yer-yerler yayılması ve okunmasını sağlamıştır.

Özellikle Azerbaycan Hükümeti'nin 22 Temmuz 1922 tarihinde Lâtin esaslı yazıyı kabul etmesi üzerine alfabe değiştirme çabaları yenden alevlenmeye başlar. Bu sıralarda alfabe değiştirmeyle ilgili bir gazetecinin Mustafa Kemal Atatürk'e "Niçin Lâtin yazısını almıyoruz" sorusuna, Atatürk, "Zamanı daha gelmemiştir" cevabını vermiş ve ulu önder acele etmeden harf inkılâbı zamanını bekleme tavsiyesinde bulunmuştur. Harf inkılâbının zamanı nihayet 8 Ağustos 1928 yılında gerçekleşmiştir. Harf devriminin başladığını İstanbul Sarayburnu'nda C.H.P'nin tertiplediği bir eğlence sırasında halka duyurması ile başlar. 1928 Aralık'tan itibaren resmi ve özel bütün Türkçe gazete ve dergiler yeni Türk harfleriyle çıkmaya başlar.

Aşağı yukarı aynı yıllarda Soviyetler Birliği'nde yaşayan Türk halkları da Lâtin alfabesine geçmişler. Yani Batı ve Doğu Türkleri'ndeki aynı yazıyı kullanma bakımından olan paralellik hep sürmeye devam etmiştir. Türkler önce Orhon-Yenisey yazıları, sonra Arap alfabesi, sonra da Lâtin harflerini birlikte benimsemişler. Fakat Türkiye Türkçesi'nin Lâtin yazısına geçmekte tutmuş olduğu prensiplerini hepsi diğer lehçelerde tutmamış. Mesela 8. Madde olarak geçen bölümünde prensip olarak böyle yazıyor. Yeni alfabenin vasıfları dilimizin bünyesine uygun gelmeli, ses unsurları arasında iltibasa yer vermemeli, diğer seslerle olan tenazuru muhafaza etmeli, tamamıyla ulusal olmalı, gerek okuma, gerek yazma konusunda sade, açık ve kolay olmalı, klişe halinde olmamalı. Bu tür prensiplerin sıkı tutulmasının neticesinde yeni Türk alfabesi Lâtin esaslı alfabelerin en ideallerinden biri sayılır. Tamamen ulusaldır, sadece j harfi alınmış kelimeler için kullanılır. Klişe halindeki veya Avrupa dillerinde mevcut olan ch, sch gibi digraf, trgraflar yoktur, onlar belli işaretler ilave edilerek tek harfle verilmiştir.

Ses allaonları dediğimiz kalın veya ince ünlü ile geldiğine göre ünsüzlerin incelip veya sertleşmesine de alfabede yer verilmiş. Bu da çok doğru bir çözümdü. O yüzden Türk alfabesi hem nitelik, hem niceliği bakımında ideal bir alfabe olarak meydana çıkmış.

Maalesef Soviyet Türkleri'nin ne 1928-40 yılları arasında kullandıkları Lâtin alfabesinden, ne de 1940 yılından itibaren kullandıkları Kirilce alfabesinden aynı prensipleri esasa almalarını görebiliyoruz. Lâtince alfabe mesela ses allafonları ayrı ayrı harflerle verilmiş, klişe halindeki harfler yer almıştır. Fakat bu alfabe de kendisine düşmüş vazifeyi fevkalede yerine getirmiş. Bu alfabeyle ulusun okuma-yazma ihtiyaca tamamlanmış, ilmî ve edebî eserler yayımlanmış, Kırgızistan Manas Destanı'nın varyantları yazıya geçirilmiş. 1940 yılında ülke çapında Kiril alfabesine geçilmesi gerçekleşmiş. Böyle değişim iddia edildiği gibi hakları millî dil için ayrı, devlet dili olan Rus dili için ayrı yazı kullanmaktan kurtaracaktır. Merkez ile yerel yönetim ortasındaki iletişimi iyi şekilde sağlayacaktır. Fakat her lehçeye göre alfabe kurma aşamasında yukarıda gösterdiğimiz Türk alfabesini alma sırasından tutunulan prensiplerin birçoğuna aykırı işlemler yapılmıştır. Örneğin;

Türkçeye has olmayan Uluslar arası veya Rus kelimelerine has birtakım harfler alınmış: f, h, v, ı, w, j, tş, tç yumuşatıcı, kestirici işaretler.

y sesinden sonra gelen a, o, e, u ünlüleri yotlaşarak birleşik harfler olarak yazılması öngörülmüş, fakat aynı hadise y sesinden sonra gelen o, ı, ü, i ünlüleri için düşünülmemiş. Bu ise tamamıyla Rusça'ya özel seslerin sembolü olan harflerin millî alfabeye mecburi girdirilmesi demektir. Hem de fonetik sisteminde uzun ünlüleri olan Kırgızca gibi diller için yotlaşma hiç uygun değildi. Uzun ünlünün bir tanesi yotlaşır, ikincisi dışarda kalır, yani bir ses harf olarak ikiye ayrılmış olurdu.

E sesi için kelime başında bir harf, kelime içinde ve sonunda ayrı harf alınmıştır. Bunun gibi eksiklikler alfabenin oldukça büyümesine (36 harf) neden olmuştur. Alfabedeki Rusça seslerin, olduğu gibi telaffuz edilmesi talebi, peşinden imlâda da aynı kuralın gelmesini geciktirmemiş. Rusça ve Rusça vasıtasıyla giren uluslar arası kelimeler orjinali olarak Rus telaffuzüne uydurulmuş şekli alınmış. Alfabe, imlâ gibi millî dili belli kaidelere bağlayan unsurlar da millî dilin özelliğinin ihmal edilmesi sonra kendi meyvesini vermeye başlamış. Rusça'dan alınmış kelimeleri veya harfleri söylemeyen Kırgızlar alay konusu olmuştur. Rusça telaffuzu mükemmel, fakat Kırgız seslerini çıkaramayan yeni nesil gelişmektedir. Bu da millî dilimizdeki alfabenin yarattığı büyük problemlerden bir tanesidir.

Tekrar Lâtin alfabesine geçme meselesine gelince, şu an bu mesele ne hükümetin, ne başka organların gündemine konulmuş vaziyettedir. 1993'te Ankara'da Türk Cumhuriyetleri'nden gelen diğer devlet heyetleri ile beraber Kırgızistan heyeti de Lâtin alfabesine geçeceğine dair imza atmıştır. Fakat ondan sonra bu mesele ciddî olarak ele alınmadı, ön komisyon çalışmalarına dahi başlanmadı.

Eğer böyle bir iş gerçekleştirilecek olursa umarız gerçekleşecektir de, Kırgızca için en uygun alfabe Türkiye Türkçesi için alınmış harfler dışında sadece nazal n harfinin alınması gerçekleşir. Bu demektir ki yeni oluşturulacak Kırgız Alfabesi'nde Türk dilleri için düşünülen 34 harfin dışına çıkılmayacaktır.

Umarız bu kez alfabe değişikliği herhangi bir siyasî amaç uğruna değil, bir dilin kendi yazısındaki bir takım zorluklardan arınmak ve çağdaşlaşmak, en mühimi de kendi dil özelliklerine aykırı gelmeyen onunla tam uyum sağlayan bir alfabeye sahip olmak gibi doğal isteğinden doğmuş olacaktır.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 7800 kez gösterilmiştir.