Atatürk - Halk Kültürü Milli Kimlik - Dr. Yaşar KALAFAT

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri

Atatürk - Halk Kültürü Milli Kimlik

Dr. Yaşar KALAFAT ( Türkiye )

Bu konudaki ilk araştırmamız etnik kesimlerin Anadolu ve Kafkasya'daki arayışlarına dair genel bilgi maliyetinde idi. Bu paper ile konunun tarihi perspektivine dair yüzeysel açıklamalar yapmaya çalışmıştım. Bu konulu üçüncü denemem günümüz Türkçü, dinci, sosyalist kesimlerinin konuya bakış açısına dair olacak. Böylece sosyal eşitlik ve hukukî eşitlik bağlamında Türkiye'deki Kafkasya ve Orta Doğu kökenli haklara verilebilen kimlik hürriyetine yer verilebilecektir.

Orta Doğu ve K. Kafkasya'da cereyan eden olayları temel nedeni bana göre "kimlik sorunu"dur. Bir ülkenin mevcut siyasî yapılanmadan ayrılmak istemesi veya bu isteğe karşı çıkılması, enerji nakliyat güzergahının bir ülkeden geçmesini veya geçmemesini istemek, ülkelerarası coğrafî sınır ihtilafı yaşamak, bir ülkenin dinî inançlarına müdahale etmek veya bu müdahaleye tepki göstermek. Çeçenistan örneğinde olduğu gibi özünde "millî ben" olan toplu olaylardır. Benim millî siyasî yapılanmam, benim enerji (ekonomik) çıkarlarım, benim denizlere açılabilmem (ulaşım imkânlarım) benim din anlaşımı, benim inancım, beni kavgaya iten faktörlerdir.

Kavgalara yol açan bu "millî ben"in mahiyeti nedir? Bu sorunun cevabı için Türk stratejisindeki etkenlere sadece Kafkasya adına değil Balkanlar ve Ortadoğu için de bakmak lazımdır. Türkiye'nin bu ilgilisi sadece çevre güvenliği itibariyle değil, iç güvenliği için de gereklidir.

Bilindiği gibi, Türkiye nüfusu, Türk soyluların yanısıra Balkan Kafkas ve Ortadoğu halklarından da oluşmuştur. Aynı şekilde Türkiye'yi çevreleyen bu coğrafyanın içerisinde diğer halklarla birlikte Türk soylular da vardır. Yapmakta olduğumuz bu deneme bir durum tespiti olduğundan, tarihî boyutu üzerinde fazla durmuyoruz. Mevcut durumu anlatmayı amaçlıyoruz. Türk kimliği 21. yy.'a girerken Türkiye ve Türk dünyası itibariyle yeniden revize edilmeye muhtaçtır. Bu iki tanım arasında ilintiler kurulup konunun normlarının belki de yenilenmeleri gerekecektir. Türkiye Türküne T.C'ni kuran halk tanımı ile, dünya Türklüğüne getirilen Türk soylu olma tanımı arasında bir tanım sentezi gerekecektir. O husus kısmen farklı bir problemdir. Üzerinde durulan husus Selçuklu-Osmanlı Cumhuriyet Türklüğünün yani batı Türklüğünün Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu'da birlikte yaşadığı halklarla müştereken geliştirdiği Ortak kimlik meselesidir. Bu kimliğin belirleyici özel muhtevası vardır. Bunun içindir ki, kaderleri birbirleri ile yakın ilişkili olan bu coğrafyanın bir kısım halkı ortak üst kimlikte birleşme durumundadır. Güvenlik merkezli bu tespit sadece Türkiye veya Türk soylular için geçerli değildir. Bu izah belirtilen coğrafyanın kaderde ve kıvançta bir olma zaruretinden doğmuş bölgesel bir kimliktir.

Kimlik Edinme Sürecinin Yakın Geçmişi

Biz bu coğrafyayı, yani (Anadolu, Doğu Balkanlar-Kırım-Kafkasya-Irak-İran-Suriye'nin kuzey bölümlerini) şimdilik Güney Avrasya olarak tanımlayalım. Güney Avrasya'da son yüzyılın kimlik arayışını yönlendiren ve kimlik belirleyicisi faktör olarak, şunları görüyoruz;

Türkiye'de bütün yönleri ile Kemalizm,
Balkanlarda Hristiyan-Grek, Slav-Komünizm,
Kafkasya'da Slav-Komünizm,
İran'da Fars-Siyasî Şia
Irak'da Arabizm (Baas-Sosyalizm)
Suriye'de Arabizm (Baas-Sosyalizm)

Bu kaba tasnifin içerisinde Balkanlar ve Ortadoğuyu alışımızın nedeni tartışmanın bu noktasında kimlik konumunu öne alışımızdandır. Zira Kafkasya-Anadolu itibariyle getirilecek tahlil ve varılacak sonucu yeni Türk kimliği itibariyle öncelikli olarak Güney Avrasyayı kapsarken, bu bölge tahlilin dışında tutulamaz.

Kemalizm ve Türk Kimliği

Kemalizmin mayalanma döneminde dünya faşizm ve nazizmi yaşamıştı. Bu iki ırkçı ideoloji komünizm ile aynı yüzyılın ürünleri idi. Osmanlı yönetimi bu döneminde II. Abdulhamit ile İslâm ittifakını, Enver Paşa ile Türk ittifakını uygulamayı denemişti.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının hemen arifesinde geleceğin yapılanmasını farklı millet yapılanmasında arayan kesimler de vardı.

Bunlardan;

İttihat-ı İslâmcılar dünya İslâm alemini birleşmesini, Hilafetin devamı ile Anadolu İslâm halkının da bu birleşmede yerini almasını istiyordu. Bu arayışın kadroları arasında da Ortadoğu ve Kafkas halklarından aydınlar vardı. Mücadeleyi etnik kimlik adına değil dinî kimlik adına veriyorlardı. Bunlara göre Küffarın ortak paydası gayrı müslim oluşları idi.

Komünistler, çok tali olan bu potansiyel evrensel komünizmin ölçülerini taşıyorlardı. Anadolu insanın geleceğini sınıf dayanışmasında buluyorlardı. Bunların arasında da Ortadoğu ve Kafkas kökenliler vardı.

Türkçüler, bunlar imparatorluktan vaki kopmaları, farklı milliyetten halkların millî mücadeleleri olarak algılıyorlardı. Geleceği; Dünya Türk ittifakında buluyorlardı. Bunların arasında da Ortadoğu ve Kafkas halklarından aydınlar vardı.

Anadolucular ise; dinî, milliyeti ve sınıf esasını değil, coğrafyayı esas alıyorlardı. Bunlara göre etnik menşei, dinî inancı ve siyasî tercihi farklı olsa da, Anadolu, Anadolularındı. Anadolu kültürünü bu toprakların insanı birlikte yapmıştı. Anadolu'nun İsevisi'de Musevisi'de Türk veya Arap soylusu da bu kültüre İslam Türk Soylular kadar katkıda bulunmuşlardı. Değişik din ve soydan toplumlar, Anadolu şartlarında diğer coğrafyalardaki soydaş ve dindaşlarından adeta farklılaşmışlardır. Bu kesimde de Ortadoğu ve Kafkas halklarından insanlar vardı.

Bu kesimlerin aydınları basında ve Mecliste görüşleri doğrultusunda mücadele verdiler. İçlerinde en güçlü iki grup Türkçüler ve İslâmcılardı.

Türkçü hareket uzun süre Anadolu dışı Türkçü hareketten büyük destek gördü. Belki de Türkçü hareketin ilk mimarların misak-i millînin dışında idi. İdil-Ural bölgesi, Ural-Altay bölgesi, Kırım ve Kafkasya bölgeleri, Selanik-İstanbul bölgesinden Türkçü hareket itibariyle daha az etkili değildi. Bu merkezlerin içerisinde Kafkasya aydını özel bir yer tutuyordu.

Anadolu'nun millî kimliği itibariyle geleceği üzerinde yapılan taraflar arası mücadele, giderek şekillenen Kemalist hareket başarılı oldu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kemalist temeller üzerinde kuruldu. Kemalist kadrolarda, her dönemde Kafkasyalılar Kemalist mücadele adına çok önemli roller üstlendiler ve üstlenmektedirler. Kemalist kadro yapılanmasında Kafkas kökenli aydınlar diğer kesimlere karşı mücadele verirlerken, bu kesimler içerisindeki Kafkas kökenlilere karşı da verdiler. Bu tahlil varis halkların diğerleri için de geçerlidir.

Anadolu'da Kafkasyalılık adına özel bir mücadele olmadı. Anadolu'daki Kafkasyalı kesimlerden herhangi birinin de özetle etnik kimliğinden temellenen bir mücadelesi olmadı. Anadolu da siyasî mücadele veren, İslamcıların, Anadolucuların, komünistlerin veya Türkçülerin başka bir etnik kesime veya Kafkas halklarına, Kafkasya'da veya Anadolu'da etnik kimliğe dayalı bir vaadi de olmadı. Kafkasyalı Anadolu insanına, Anadolu'nun diğer insanları gözü ile bakılıyordu. Onlar da İslam cemaatından, veya onla da işçi veya feodal ağa idiler. Komünistler, halklar kavramı üzerinde duruyorlardı.

Kafkasya ile Osmanlı vatandaşı çok kere sarayın yakın çevresinden kimseler olmuştu. Buna ilaveten Çarlık ve komünizmden kaçanla da selameti Anadolu da bulmuşlardı. Ev sahipliği ile misafirlik arasında sınır çizilebilecek gibi değildi. (Ancak Cumhuriyetin 50. yıllarından Türkiye'deki yeni nesil Kafkasyalılar, göçe katılan dedelerini ve onları iskan eden Osmanlı yönetimini de suçlayacaktır.)

Kemalist Millet Tanımının Etnik Boyutu

Bütün bu dünya olayları ile Türk Dünyası ve Türkiye dünyasında Kemalist hareket millet tanım, itibariyle bazı esaslar tercih etti. Atatürk'ten Afet İnan'ın yazdıklarına göre Atatürk, millet tanımının içerisinde; tarih birliği, vatan birliği, dil birliği, soy birliği ve ülkü birliği gibi hususları alıyor, ancak milletin oluşmasında din faktörünü esas almıyordu. O'nun açıklamalarından anlaşılana göre; o dine karşı değildir. İslam dinine de hayrandır. Cumhuriyet Türkiye'sinin dinsiz olması gerektiğini savunmaz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin bir din devleti de olmasını da istemez. O'na göre insanlar birbirlerinin inançlarına saygılı olacak, devlet halkın inancına, halk da devlet yönetiminde devletin işine karışmayacaktır. Din devlet ilişkisi de dinin sadece uhrevî hayatın gündem konusu olduğu husus ile, hilafet konusu da Kafkasyalı Anadolu ayını ve Kafkasya'da yaşayan halkta farklı şekillerde algılandı. Ancak bu konuda Kemalist kadrolar ciddî bir bölünme göstermelidirler.

Kemalist millet tanımlamasının diğer umdelerinden kimlik konusunu yakından ilgilendiren husus kimliğin etnik boyutu idi. Millî devlet oluşum sürecini başlatırken, Türk özel ismi üzerinde ısrarla duran Kemalizm; Türk ırkı olmayanlar Türkiye halkı ve bu halkın içinden çıkmış, Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer mimarlarının da kapsayacak bir tanım getirdi. Buna göre Türk; Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halkın adı idi. Türk olabilmenin yegane şartı kişinin kendisini Türk hissedebilmesi idi. Bu his aynı kültürü paylaşmış olmaktan kaynaklanıyordu.

Kimlik konusunda, Kemalist fikri mayalanma sürecinde Türkiye dışındaki Türk kadrolar arasında ihtilaflar çıktı. İhtilaf Türkiye bağlamında Türklüğünün özel şartları dikkate alarak yapılmasından geliyordu. M.K. Atatürk, Türklerle birlikte yaşayan ve soyca Türk olmayanların da Türk kabul edilmelerini ortak kültüre mensup olmanın önemini savunuyordu. Birlikte gelecek inşa etmek için ırk birliği aranıyordu. Ayrıca dünya Türkçü hareketinin merkezi Selanik veya İstanbul olması üzerinden duruyordu. Karşı görüşte olan ve Z. V. Togan'ın öncülüğündeki grup ise, hareketin merkezinin Kazan veya dolayları olmasını, ayrıca Türk olmanın Türk soyluluğa bağlı olmayı gerektiğini savunuyordu.

Bir taraftan Türkçü olan diğer yandan etnik milliyetçiliğe karşı olan, yani Türk soylu olmayan vatandaşları da Türk çemberine almak nasıl formüle edilebilirdi? Kültür milliyetçiliğine ağırlık verilmeli idi. Farklı soylu halklar Anadoluda ve Anadolu'ya göç ettikleri Kafkasya gibi yakın coğrafyada büyük ölçüde ortak kültür değerleri taşıyorlardı. Bu kültürel yerel değerlerin özelde sahipleri karşılıklı etkileşim ile genel bir kültürel yapı geliştirmişlerdi. Bu noktada dar anlamda etnik kimlik bağnazlığı aşılmış, ortak bölge kültürü oluşmuştu. Bu kültürel yapının sahibi, onu oluşturan çeşitli etnik kesimlerin halkları idi. Bu ortaklığın İslâmdan evvel derinlikleri de vardı. Türkiye'deki azınlıklar belirlenirken, içerden ve dışardan belirleyici güçler bu gerçeği gözardı edemediler. Bu cümleden olarak Anadolu Kafkas soyluları kültürel kimlik özellikleri itibariyle, Anadolu'nun azınlık kapsamına alınmayan diğer halklarından farklı kabul edilemezdi. Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki diğer halklar gibi Kafkas halkları da kendilerini azınlıklardan Rum, Ermeni, Yahudilerle bir tutmuyorlardı. O dönemde böylesi bir kültür farklılığının sözcülüğünü Anadolu'da yapan bir Kafkas aydını yoktu.

Şu var ki, Kafkas halkını Anadolu'nun diğer halkları gibi Anadolu'da ve Kafkasya'da kendi içerisinde ve azınlık kabul edilmeyen diğer halk kesimleri ile bir arada tutan en büyük kültürel faktör din olmuştur. İslâmiyetin ortak paydası, hilafetle birleşince, hilafet bayrağında İslam cemaatinden olabilmek dönemin millî kimliğinde çok önemli psiko-kültürel bir faktör idi. (Günümüzde de Kafkas ve Anadolu halklarının kültürel ortaklıkları gündeme getirilirken yapılacak sentezde, ortak dine mensup olma gerçeği gözardı edilemez. Dozu farklı olabilir, bu gerçek dışlanarak yapılacak sentez gerçekçi ve sağlıklı olmayacaktır.)

Kemalist hareket, kimlik tanımlamasını sosyo-kültürel özellikleri böylesi olan bir topluma yapıyordu. İmparatorluktan miras aldığı bu kültürel serveti, aralarında ve devletle ihtilaflı olmayan bir senteze kavuşturmalıydı. Yaptığı analizde karşısına çıkan tabloda; etnik kimlikleri soy itibariyle az çok farklı tarihî geçmiş itibariyle ortak kaderi paylaşmış, siyasî gelişmeler itibariyle geleceklerini bir aradan yaşamaya adeta mecbur olmada bulan halk kültür değerlerin itibariyle birbirlerine çok yakın bir toplumun olduğu ortaya çıkmıştı. Yapılacak işlem ortaklıkları artırmak ve farkları azaltmaktı. Bu noktadan hareketle Kemalist kültür politikası doğdu.

Anadolu'daki Kafkas veya başka kökenli olanlar, olmayanlara birlikte bu tahlile tabu tutulmuşlardı; Kafkasya'da da Türk soylu olanlar ve olmayanları farklı bir kimlik tanımı arayışından yola çıkılarak farklı kültür politikasına tabi tutulmuşlardır. Günümüze gelininceye kadar her iki coğrafyada, yani Güney Avrasya'nın bu bölgesinde 70 yıllık bir süreç yaşanmıştır. Sovyet dönemi kültürel kimlik politikasının bu bölgedeki sürecine dönmek üzere Anadolu'daki Kemalist uygulama ve gelişmelere bakalım.

Kemalistlerin millî kimlik sorunun çözümünde iki sonuçları vardı. Bunlardan birisi Ümmedden bir millî devlet çıkarılmıştı. Millî devletin milliyeti ve bu milliyetin de bir adı olurdu. Toplumun büyük çoğunluğu Türk soylu ide. Geçmiş yönetimler Türk devletleri olarak biliniyordu. Geçmişte ve halde resmî ve eğitim dili döneminin belirlediği kadarı ile Türkçe idi. Şu halde devlet bir Türk devleti olmalıydı. Öyle de oldu. Bu birinci sorundu. İkinci sorun ise Türkiye'de Türk soylu olmayanlar ve onların da kültürleri vardı. Her ne kadar diğer halkların, Türk nüfus yanında miktarları çok az ise da ve özellikle Kafkas halkları kendi içlerinde çok sayıda parçaya bölünmüş iseler de, durum tespiti yapılınca onların kültürel varlıkları ve cumhuriyetin kurulmasına ciddi katkıları olduğu bir gerçekti. Bu kesimlerden aydınların edebiyat, resim, mimarî alanlarında ürettikleri eserler de ortak Türkçe ile ortak millî üslupla üretilmişti.

Bütün bunlara rağmen cumhuriyeti kuran halk çeşitli kesimlerden kültürel değerlerinin kaybolmamasını ve kendi kültürünün de temsil edilmesini isteyebilirdi. Adilâne bir kültürel barış ancak bu şekilde sağlanabilirdi. İkinci önemli sorun bu idi.

Kemalistler sağlıklı bir toplum analizi yaptılar. Kültürsüz toplum tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. Türkiye'nin bir kültürü olmalıydı. Bu kültürün millî vasfı da olmalıydı. Millî kültürleri halk kültürü besliyordu. Geniş anlamda Türk halkının kapsamında Ortadoğu ve Kafkas kökenliler de vardı. Millî kültürler milletlerin kültürü ise; Türk milleti Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halk ise, cumhuriyet kuranlar arasında Osmanlı varisi halklar ve Türk kültürünün içerisinde de bu halkların kültürü de vardı. Bu noktada Kemalistlerin gündemine millî kültürün kaynaklarına inmek girdi. Bu kaynak geniş anlamda Türk halkı idi. Kaynakları inceleyerek güzideler bu halkın içerisinde yetişiyordu. Bu maksatla Halkevleri kuruldu. Köy Enstitüleri aynı zamanda halk araştırmacısı yetiştiriyordu. Halkevlerinin yayın organları halk kültürü araştırmacılarına vasıtalık yapılıyordu. Araştırma vasatı geniş anlamda Türk halkı, yani Anadolu sathı idi. Araştırmacılar ve araştırılan toplum kesimleri arasında varis halklarda da vardı.

Bu arayışın içerisinde asimilasyon yoktu. Zira içerisinde eritilecek hâkim bir millî kültür yoktu. Zaten yapılmak istenilen millî kimliğin oluşturulması idi. Bu bir kültürel entegrasyondu. Öyle olmalıydı. Ancak sayıda azınlıkta olanın inkâr anlamında tek yönlü bir etkileşim değildi. Tarafların ortak katkısı ile, cumhuriyetin kurulması, daha evvel İstiklâl Savaşı'nın kazanılması gibi yeni ortak bir eser ortaya çıkarılmak isteniyordu. buna ihtiyaç vardı. Tespit sağlam yapılmış, temeller sağlam atılmıştı. Bir ucu Fransa'da bur ucu Kafkasya'da olan ideolojik yapılanmanın merkezinde Anadolu'da Ziya Gökalp düşünür olarak vardı. M.K. Atatürk, Kemalist uygulayıcı idi. Tabii ki pişirilen ortak kültür aşının kazanına soyca Türk alanların attıkları malzeme doğal olarak daha fazla oluyordu. Bu saygın bir gelişme idi. Saygın olmayan ise, Türk soylu olmayanların kazana katkılarının önlenilmesi ve katkılarının inkar edilmesi zihniyeti idi.

Müesseselerini kurmuş olmalarına rağmen Kemalistler millî mayalanmayı ne kadar sağlam yapabildi? Bize göre bir anlamda millîleşme süreci tam demini alamadan Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatıldı. DTCF Fakültesi ile TDK ve TTK amacından saptı. İstanbul Türkiyleşme süreci tam demini alamadan Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatıldı. DTCF Fakültesi ile TDK ve TTK amacından saptı. İstanbul Türkiyât Enstitüsü faaliyetlerine ara verdi. Kemalist olarak bilinen kadrolar yeni bir kimlikle sahneye çıktılar. Bu yeni kimlikle ya yüzeysellik hakimdi veya bu vasatda da ideolojik sapmalar başlamıştı. Bu dönemde tanıtımı yapılamayan Kemalizm eleştirildi.

Kemalist harekete yüklenilen bu misyon gerçekçi idi? Veya tanımını yaptığımız Kemalizm saptırılmasa, akamete uğratılmasa ide üzerinde durduğumuz entegrasyon daha fazla sağlanır mıydı? Tarih ilminde böyle bir metod yok. Bunu bilemeyiz. Ancak; birlikte yaşamayı amaçlayan toplumlar "seninki" ve "benimki" tanımlarının yerine "bizimki" tanımını getirebilmeli. Bu noktada yapılacak özveri, bu toplumun çoğunluğunu meydana getiren kesime düşmelidir. Mesela konuşulan Türkçe'de yüzlerce Fransızca kelime var ise, etimoloji sözlüklerinde ödünç kelimelerin ilk sahibi rahatlıkla söylenebiliyor ise, Türkçe soylu kelimelerin yetersiz kaldığı hallerde neden birlikte yaşanılan hakların dillerinden bu kelimelerin gerçek sahipleri belirtilerek alınabilmesin? Türk kültürü Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın kültürü olduğundan hareketle kurucu halkların kültürel katkılarına daha fazla açık veya daha yürekli olunabilir.

Karamanoğlu Mehmet Bey yaşasaydı, günümüz Türkçe'si muhtemelen daha sade olurdu. Ancak sadece Anadolu'da kalır ve büyük bir ihtimalle de Türkçe tamamen yok olurdu. Türkçe'nin Osmanlı Türkçe'si olarak kimlik kazanması muhtemelen yok olmasını önlemiştir. Osmanlı, Kafkas ve Ortadoğu'nun yasal dillerine yaşama şansı tanıyarak Güney Asya'da ortak dil olmayı başarmıştır.

Dünya süper güç olma ile küreselleşme arasındaki arayışını sürdürürken Anadolu ve Kafkasya, ilkin yerel küreselleşmeye gidebilmeli idi. Süper güçlerin takımına girerken, Kaskasya ve yakın çevresi ile birlikte Anadolu halkaları ittifak yapabilmiş olmalıyız.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 4044 kez gösterilmiştir.