Değiştirmekte Geciktiğimiz Bazı Gelenek ve Göreneklerimiz - Zümrüt NAHYA

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri

Değiştirmekte Geciktiğimiz Bazı Gelenek ve Göreneklerimiz

Zümrüt NAHYA ( Türkiye )

77. yılını bitirip 78. Yılına girdiğimiz ve büyük Atamızın bize armağanı olan Cumhuriyet döneminde; aydını çoğalan, eğitim yüzdesi artan, kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı bir ülke olarak, dünya toplumları arasında çağdaşlaşmanın neresindeyiz? Her sosyal bilimci olarak biz de kendimize bu soruyu soruyoruz. İçine doğduğumuz ve içinde yetiştiğimiz bu kültür ortamımız bize hangi olumlu hangi olumsuz özellikleri kazandırdı? Onu geliştirmek için bireysel olarak ne kattık ne kaybettirdik? Bunları irdelemek öncelikle bir Cumhuriyet çocuğunun sonra da bir halkbilimcinin görevidir kanısındayız.

Bugüne kadar alan araştırmalarımızda büyük bir özenle objektif kalarak, müdahale etmeden, yorumsuz olarak halk kültürü derlemeleri yaptık, kısmen yayınladık, derleme niteliğindeki yazılarımızda, yorumlarımıza yer vermedik, olan olduğu gibi ortaya koymayı ilke edindik. Ancak bu araştırmalarda elde ettiğimiz veriler bu ülke insanı olarak bizi mutlu ediyor muydu? Hayır. İşte şimdi bu verilerin yorumlanması gerekir diye düşündük. Doğruysa doğru, yanlışsa yanlış demek zamanı geldi ve bu bildiride eleştiri görevimizi bir nebze yerine getirmeye karar verdik.

Bu yaklaşımla halk kültürümüzün bazı konularını ele alıp irdelemek ve yapılanları, yapılması gerekenlerle ilgili önerilerimizi ortaya koymak istiyoruz.

Yaşamın ilk önemli dönüm noktası "doğum" yani dünyaya gelmek. Daha ilk adımda gördüğümüz "kız-erkek çocuk ayrımı"dır. Erkek çocuğa mavi renkli yatak takımları ve giysiler hazırlanır, kıymetlidir, ona nazar değmemelidir, doğumu bütün aileyi özellikle babayı çok sevindirir, neden? Ocak tütecek, soy devam edecek; çok önemli. Erkek çocuk doğuran kadın da içinde yaşadığı toplumda prestij kazanacak. Kız pembe takımlar içinde yatar, normal karşılanan bir doğumdur ama soyun devamına hiçbir katkısı yok, öte yandan bir ırgat doğdu, tarladan tapandan pay verilmeyecek, neyse başlık parası ile satılacak da iş kaybı böylece giderilmiş olacak.

Bu değerlendirmeler acımasız gelebilir, daha yumuşatılabilir belki de ama bunlar gerçek ve hepimiz biliriz ki gerçekler acıdır.

Soyun devam ettirilmesi ve bunu devam ettirecek erkek çocuğun mutlaka zarardan korunması; kime yararı var bu anlayışın? Bu hazırlıkları yapan kim KADIN!

Buna karşın topluma genel olarak baktığımızda bir başka anlayışla karşılaşıyoruz. Paylaşılan tarlaların küçülmesiyle ekonomik güç kaybının artışı, kente göç, gelin kaynana geçimsizlikleri erkek çocuğun yuvadan uçmasına, ana babasının uzaklaşmasına neden olmuş belki soy devam etmekte ama erkek evlat ilgisiz kalmış, kızlar ana babasına daha yakın. Erkeklere yaygın olarak "hanım köylü" denmeye başlanmış bizim toplumumuzda.

Kız çocuk okusa da olur, okumasa da; ama oğlan okumalı. Devlet Bakanlığına bağlı "Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü"nün bir yayınında Ekim 1994 verilerinin yer aldığı tabloda bu durum bütün açıklığıyla ortaya konmaktadır. Bazılarını görelim.

Veriler nasıl erkek çocuktan yene. Halâ daha kızlarımızı olması gereken sayıda okutamamışlığımızın sıkıntılarını nasıl da çekiyoruz.

Kız çocuğunun namusu ailenin namusudur, sorumluluk ister. Okutulmamış cahil kız kandırılabilir ya da cahilliği nedeniyle ailenin hiç istemediği bir erkeğe kaçabilir. Nitekim bu konuda medyada yer alan haberlerle sarsılmaktadır. Günümüz Türkiye'si; sanki ilk defa oluyormuş gibi basın mensuplarına ilginç geliyor, haberlerde yer veriyorlar bu olaylara. Aslında bu anlayış asırlara dayanıyor, bir türlü yok edilemiyor. Acımasızca yazısız yasalarla yani törelerle bir biçimde cezalar verilmekte bu yanlışı yapan özellikle kıza az da olsa erkeğe. Zaten verilmez ise ailenin toplum içinde başı dik yaşaması olası değil. Bu infazı yerine getirmek görevi çoğu kez cezaî ehliyeti olmayan erkek çocuklara verilmektedir. Hayret uyandıran bir olgu burada annenin rolü. Kendi de bir kadın olan anne, kızının infazında çoğu kez ateşleyici bir kışkırtıcı oluyor. Zaten toplumumuzda kanayan bir yara olan "kan davası"nda da kadınlar kışkırtmacı olarak önemli bir rol oynamaktadırlar. Vurulan kocasının, sandıkta saklanan kanlı gömleğini her gün çocuk yaştaki oğluna göstererek onu kışkırtan daha çok annesidir. Töreyi yerine getirme isteğinin şiddeti, analık duygusunun şiddetinde daha ağır basmakta anlaşılan. Bu törelerin eskisi gibi yoğun olmadığını biliyorsak da hiç kalmamasını istiyor gönlümüz.

Kız çocuğunun namusunun korunması için törenin gerektirdiği bu yaptırımlardan korunmak için bu namus en kısa zamanda kocaya devredilmeli denerek küçük yaşta (14-15 yaşında), babanın izniyle dinî merasimle de olsa baş göz edilmelidir evin kızı. Ama iyi de bir başlık parası alınmalıdır. Bu nedenle erkeğin genç yada yaşlı olması pek önemli değildir. Parayı veren kızı alır, kıza fikrini soran kim? Adam yaşlıymış; kendine bakıcı istiyormuş, tarla tabanla uğraşacak ırgat arıyormuş, ilk karısından çocuğu olmuyormuş da bu kızı kuma alacakmış, hiç önemli değil.

Ölen ablanın kocasıymış, çocuklara teyze daha iyi anne olurmuş, ama kızın gönlü başkasındaymış ne gam!

Köyün yaşlıları bir gün kahvede otururlarken konu ilkokula giden kız ve erkek çocuklarının sayısal eşitsizliğinden açılmış. Sonuçta kız çocuklarının erkek çocuklardan az olduğu ortaya çıkmış. Bu bilgi üzerine köyde bir seferberlik kız çocukları kapanın elinde kalmış ve bu küçük çocukları nişanlamışlar. Okulda öğretmen epey sıkıntı çekmişler.

Burada bir soru akla geliyor; gelişmiş, çağdaş hangi ülkede böylesi bir uygulama yapılabilir.

Yasalarla belirlenen yaşın altında bir yaşta evlenmeler çoğu kez dinî merasimle gerçekleştirilmektedir. İçinde yaşanılan o toplum için geçerli, ancak yasalar karşısında geçersiz bir evlilik. Bu evlilikten doğan çocuklar anne ve babanın evliliği kanunen geçerli olmadığı için nüfusa kaydettirilemiyor ve nüfus kağıdına sahip olamıyorlar. Bu durumda nasıl okula gidecekler, nasıl askerlik yapacaklar ve onlarda nasıl yasaya uygun evlilikler gerçekleştirecekler? Olaylar zincirleme sürüp gitmekte ta ki olağanüstü bir durum bu hali düzeltinceye kadar.

Evlenme dünya toplumlarında olduğu gibi ülkemizde de önemli bir toplumsal olaydır. İnsan hayatında da önemli ikinci geçiş dönemidir. Bütün toplumlar kendine özgü geleneksel törenlerle bu olayı duyururlar. Bizde "başlık parası" ödenir, belki "süt hakkı"da verilir. Takılar takılır, davetliler yedirilir-içirilir, davul zurna ile eğlenilir, acı sonla bitebileceği düşünülmeksizin silahlar atılır. Ölçüsüzlük en üst düzeyde köyde, kasabada, şehirde, fakir-zengin ayrımı yapılmaksızın. Artık azaldı denebilir; hiç olmasa, ölçülü olsa kim itiraz eder ki? "Kız beşikte, çeyiz sandıkta" denir ve küçük yaşta kızlara çeyiz yapılmaya başlanır. Kıza senelerce çeyiz nedeniyle masraf edilmiştir buna bir de iş gücü kaybını ekle nasıl başlık parası alınmasın. Acaba alınan başlık parası bu masrafları karşılıyor mu? Olası değil. Kimi kız babaları başlığı kızın evliliği için harcadığını ifade ederse de çoğunluk bu parayla evin bir eksiğini giderir; oğlunun başlık parası olmadığı için kenara ayırır ya da öylesine harcar.

Başlık parası, ev eşyası vb. için çok masrafa giren oğlan tarafı bir de takı yükünün altına girerek yıkılmaktadır. Sonuçta bu altın takılar gelinden alınır, borç harç ödenir. Her ne kadar bu durum saklanmaya çalışırsa da gerçek budur. "Madem takılar borca harca gidecek ne diye bu kadar çok ya da ağır takı oluyor, bir iki bir şey olsa da gelinde kalsa daha iyi değil mi" sorgulaması yapılmaz; "göreneğimiz böyle, olur mu kızımız az takıyla gelin oldu bak Hatçe'nin kızına ağırlığınca altın takıldı biz ondan aşağı mı kalalım" düşüncesi hakimdir. "Acaba ağırlığınca altın takılan Hatçe'nin kızı mutlu mu; sağlıklı mı; yeni yuvasını ve eşini seviyor mu?" soran yok, inceleyen yok hattı bunu düşünen yok; göreneğimiz böyle... Değişirse ne kaybolacak; prestij, statü. "Kızı okumuş, doktor olmuş, yöre insanına sağlık getiriyor" dense kazanılan prestij daha yüksek ve daha önemli olmayacak mı? Bir dönem yaptırımlar konmadan bazı yörelerde başlık parasının kaldırılmasına çalışıldı, sonuç takı miktarı arttırıldı ve daha önce kız tarafının yaptığı ev eşyaları oğlan tarafına yükletildi yani masrafa dönüştü.

Başlık parası, takı parası kazanma gerekçesiyle gurbete gitmek ayrı bir çileyi beraberinde getirmektedir. Bu çileyi belki babası, belki amcası, belki ağabeyi de çekmiştir. O yüzden aile çok iyi bilirin ama nasıl bir gelenekse bu çileyi çektirir hep insanlara. Şan, şeref, desinler adına uygulanan bir gelenek ama her şeyin üstünde.

Gelinin ilk ve asli görevi çocuk doğurmaktır. Yoksa kısırdır, kör ocaktır, erkek sorgulanmaz... Çok çocuklu olmakta hiçbir sakınca yoktur. "Allah rızıklarını verecektir" anlayışı çocuk sayısının artışını neredeyse teşvik etmektedir. Görsel medyada çocuk sayısı çok olduğundan çocuklarının adını sayamayan babaları görmek 21. yüzyılda acı bir manzaradır. Bu çocukları doğuran kadının sağlıklı olması mümkün müdür? Bu kadının bu çocukları sağlıklı büyütmesi, bu babanın bu çocukları okutması mümkün müdür?

Karısı yaşlanmıştır; yeterli değildir; doğuramaz kısırdır. Olamaz! Ne olur? Üzerine bir kadın daha getirilerek bütün sorunlar çözülür. Ama yeni sorunlar da birlikte gelmektedir. Nikâh meselesi, geleceğin güvenceye alınması, kadınlar arası ilişkiler, kadınların koca ile ilişkileri, sorunlar yumağı hasılı.

Memleketimizin küçük kısa bir halk kültürü panoraması. Hiç de iç açıcı değil, hiç de uygarca değil, insan haklarından zerrece habersiz, ezen horlayan, üzen bir manzara. AB'ne girmek için büyük bir çaba verilirken hem de. Dünyaya sayılı üç mutfaktan birisini armağan eden zengin bir kültür, halk oyunları, müziği, Karagöz ve Hacivat'ı ile gölge tiyatrosunu kabul ettirmiş bir kültür, giysileri ile modacıların ilham kaynağı olan bir kültür, halısı, kilimi, oyasıyla zarafetini ispatlayan bir kültür, çağa uymayan gelenek görenek ve törelerini de değiştirmelidir ve doğal süreç içerisinde bu da olacaktır.

Sürecin kısaltılması gereklidir. Buna karşın neler var? Pek çok yasalar var. Yeterli yetersiz, yenilenen bir türlü yenilenmeyen yasalar. Onların üzerinde Anayasamız var, toplumsal yaşamımızı düzenlemeyi sağlayıcı yasaları emreden.

"Medeni Kanun Taslağı" hazır, bir önce yasallaşmalı. Diğer yasalar da bunu takip etmeli. Bu toplumsal normların çağdaş hale getirilmesinde söz konusu yasaların yenileştirilmesi zorunludur. Medeni Kanunu 88., 141., 153. maddeleri değiştirilmesi ne denli uygulanabilirlik sağlamıştır?

Yasaların çağdaşlaştırıldığı ortamda; gelenek, görenek ve töreler gereği denerek saptırılan sosyal yaşam, daha kolay değiştirilecektir. Bir takım resmî görevlilerinin yasalar çerçevesinde görevlerini hakkıyla yerine getirip getirmediğinin denetlenmesi bir başka önemli husustur.

Resmî nikâhsız evliliklerin takibi muhtarlarımıza ait görevlerdir. Acaba bu konu muhtarlarımızca yeterince dikkate alınmakta mıdır? Küçük yaşta (yasaya uygun olmayan, 17 yaşından küçük) evlilikler yeterince takip edilmekte midir? Nüfus kağıdı olmayan çocuk okula gitmediğinde muhtarlar bu durumda ne yapmaktadırlar? Nüfus kağıdı olup da okula gitmeyen çocukların velisinden 1 milyar talep eden okul müdürlükleri, nüfus kağıdı olmadığı için okula gitmeyen çocukların velilerine ne gibi yaptırımlar uygulamaktadırlar. Salma, imece ile iş yapılması konusunda köylüyü toplayan ya da onlara haber salabilen muhtar bu konularda ne yapıyor. Tür Ceza Kanunu'nun 237. Maddesi; "Muhtarlar, aralarında evlenme akdi yok iken evlenmenin dinî merasimini yaptıklarına muttali oldukları (öğrendikleri) kimseleri salahiyetli (yetkili) makama bildirmeye mecburdurlar. Bu hususta ihmâl gösterenler... ağır para cezasıyla cezalandırılırlar ve tekerrürü halinde ayrıca bir aya kadar hapsolunurlar". Aynı maddenin bir diğer fıkrasında ise "Evlenme akdinin kanuna göre yapılmış olduğunu gösteren kağıdı görmeden bir evlenme için dinî merasim yapanlar hakkında... üç aya kadar hapis cezası verilir" "Evlenme akdini kanuna göre yaptırmadan dinî merasim yaptıranlar da iki aydan altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar", şeklinde cezaî hükümleri içermektedir. Yeterli mi?

Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığına bağlı Aile Araştırma Kurumu ve Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün gelenek, görenek ve törelerimizden kaynağını alan bazı sorunlarla ilgili bir takım çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Ancak yeterliliği tartışabilir. Bilimsel toplantılar, bunların kitapları vb. yayınlar bilgilenmek açısından önemli kaynaklar. Ancak nikahsız evliliklerle oluşan aile kurumu ne zaman ve nasıl sağlıklı hale getirilecekle ilgili fazla bir bilgi edinemiyoruz.

Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü gelenek-görenek ve törelerimizi ülke çapında yaptığı araştırmalarla derlemekte ve yayınlamakta. Üniversitelerde de benzeri çalışmalar yapılmakta. Sivil Toplum Örgütleri de bir şeyler yapıyor. Herkes bir yerde bir şekilde şeyler yapıyor.

Bu çalışmaları işler hale getirmek gerekir. Bir pilot proje uygulaması ile ilk örnek çalışma yapılmalıdır diyoruz. Bir küçük yerleşim biriminde gelenek, görenek ve töreler araştırılıp veriler derlenmeli, değerlendirilmeli, sorunların çözümleri planlanmalı ve toplum bilimciler (halkbilimciler, etnologlar, sosyal antropologlar vs.) devlet ve sivil toplum örgütleri bu yerleşim biriminde yoğun bir eğitim çalışması yapmalıdır. Bir bölgede küçük bir yerleşim birimini ve takiben etrafında yerleşim birimlerine yönelerek bölge çalışmaları tamamlanmalıdır. Bir bölgede bir yerleşim birimi diğer bölgede bir yerleşim birimi şeklinde çalışma yapılmamalıdır. Arada kalan topluluklarda değişim olmayacağından etkileyici olabilir. Konular öncelikle toplumu ürkütmeden, insanî değerler esas alınarak işlenmeli, yasalar bilahare öğretilmelidir. Doğal olarak bölge seçiminde değişmesi istenen gelenek ve görenekler yoğunluk göstermelidir. Zorla kültür değişmesinin gerçekleştirilmesinin ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Ancak 21. Yüzyılda çağdaş bir toplum olma isteği bu çalışmaların yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu yakınmaları daha ne kadar sürdüreceğiz

Sözlerimi Ulu Önder Atatürk'ümüzün 20 Ekim 1922 gecesi Bursa'da öğretmenlere yaptığı konuşmasında yer alan ifadeleri ile bitirmek istiyorum "...Düşünceler anlamsız, mantıksız safsatalarla dolu olursa düşenceler hastadır. Sonra toplumsal yaşam, akıl ve mantıktan yoksun, yararsız ve zararlı bir takım akideler (İnan ve inan bağı) aynı zamanda geleneklerle yüklü olursa felce uğrar. Önce düşünce ve toplumsal güçlerin kaynaklarını temizlemekten başlamak gereklidir." Ve devamla "Hiçbir akla yatkın kanıta dayanmayan bir takım geleneklerin korunmasında direnen ulusların ilerlemesi güç olup, belki de hiç olmaz."





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 12252 kez gösterilmiştir.