Türbe ve Yatırlar Etrafındaki İnanışların Atatürk Devrimleri ve Halk Hekimliği Çerçevesinde Değerlendirilmesi - Alparslan SANTUR

I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri
 

Türbe ve Yatırlar Etrafındaki İnanışların Atatürk Devrimleri ve Halk Hekimliği Çerçevesinde Değerlendirilmesi

Alparslan SANTUR ( Türkiye )

“Ölülerden medet ummak, medenî bir cemiyet için lekedir.”

K.ATATÜRK


“Tekke, Zaviyelerle Türbelerin Kapanmasına ve Türbedarlıklarla Bir Takım Ünvanların Yasaklanmasın Dair Kanun: 1341

Madde 1- Türkiye Cumhuriyeti içinde gerek vakıf suretiyle, gerek mülk olarak şeyhinin tasarrufunda gerekse başka yollarla kurulmuş olan bütün tekkeler ve zaviyeler sahiplerinin diğer şekilde temellük (mal sahibi) ve tasarrufları baki kalmak üzere tamamen kapatılmıştır. Bunlardan usulüne göre ve halen cami veya mescit olarak kullanılanlar ibka (faaliyetlerine devam) edilir. Bilumum tarikatlarla, Şeyhlik, Dervişlik, Müritlik, Dedelik, Seyitlik, Çelebilik, Babalık, Emirlik, Halifelik, Falcılık, Büyücülük, Üfürükçülük ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturma maksadiyle muskacılık gibi ünvan ve sıfatların kullanılması ve bunlara ait hizmetlerin yapılması ve elbise giyilmesi yasaktır. Türkiye Cumhuriyeti içinde sultanlara ait veya bir tarikata veya menfaat cevrine (haksızlık) dayananlarla bütün alehi türbeler kapatılmış ve türbedarlıklar kaldırılmıştır. Kapatılmış olan tekke veya zaviyeleri veya türbeleri seanlar (destekleyenler) veya bunları yeniden ihdas (oluşturan) edenler veya tarikat ayini icrası için velev geçici olsa bile yer verenler, yukardaki ünvanları taşıyanlar veya bunlara mahsus hizmetleri görenler veya kıyafet giyenler, üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan az olmamak üzere para cezasiyle cezalandırılır.”

30 Kasım 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen yukarıdaki kanunla ilgili olarak Atatürk'ün gerekçesi şuydu:

“Ölülerden medet ummak medenî bir cemiyet için lekedir. Mevcut tarikatların gayesi kendilerine tabi olan kimseleri dünyevî ve manevî olan hayatta saadete mazhar kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin fennin bütün şümulile (kaplamak) medeniyetin parlak ışıkları karşısında, filan veya falan şeyhin irşadile (uyarı) saadet arayacak kadar iptidaî insanların Türkiye medenî camiasında mevcudiyetini asla kabul etmiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. En doğru en hakikî tarikat medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kafidir.”

Türbe ve Yatırlar

Osmanlı toplumunda tekke ve zaviyelerin dışında, türbe ve yatırların da önemli bir yeri vardır. Bazen aynı anlam karşılığı olarak kullanılmakla birlikte genellikle türbeler dince, mezhepçe, tarikatça ulu sayılan veya devletin önde gelen kişileri için inşa edilen mezar yapılardır. Yatırlar ise hayatta iken çevrelerine iyilikler yapmış, toplumca sevilen kişilerin, öldükten sonra da mucizeler, kerametler gösterdiklerine, insanlara iyilik yapmaya devam ettiklerine inanılan ve ermiş olarak nitelendirilen insanların mezarlarından oluşmaktadır.

Türbe ve yatırların ortak özellikleri, içinde yatan kişilerin mezarlarında var olduğuna inanılan güçten yararlanma çerçevesinde, insanların çeşitli istek, dilekleri yanında, hastalıklarına da çare aradıkları yerler olarak kullanılmalarıdır. Buraları ziyaret edenler, ayrıca adaklar adayarak, istek ve dileklerinin gerçekleşmesini kuvvetlendirmeyi amaçlarlar. Adaklar ise çoğu kez koyun, sığır, vb. bir hayvan olmakla birlikte, para da olabilmektedir. Bu adakların çoğu kez özellikle türbelerde bazen bir kişi veya ailenin elinde olan türbedarlara verilmesi adettir. Yatırlarda ise türbedarların yerini, mezarın başını bekleyen kişiler almakla birlikte, buradaki adakların genellikle yatırı ziyaret edenlere dağıtıldığı görülmektedir.

Osmanlı toplum yapısında devletin giderek zayflaması, türbe ve yatırları kendi amaçları için kullanan kişilerin artmasına ve bu kişilerin giderek halkın dinî duygularını, dilek ve isteklerini sömürmelerine yol açmıştır. Bunun sonucunda bazen içinde bir ölünün bile olmadığı türbelere yapılarak, başındaki türbedarlar vasıtasıyla buraları ziyaret eden halk soyulmaya başlanmıştır.

Diğer yandan muskacılık, falcılık, üfürükçülük, vb. uygulamalar da, türbedarlardan kaynaklanan ve giderek yayılan inanışlar olarak önem kazanmıştır.

Kanuna başvurmadan bu tür yerlerin kendiliğinden kapanmasını beklemek, o dönemde halkın kültür seviyesi çerçevesinde, imkânsız olup, zaman kaybedilmesine ve buraların daha da yaygınlaşmasına sebep olacaktı. Konu, İslamiyet'te Tanrı ile insan arasına herhangi bir aracının girmemesi gerektiği prensibine de ters düştüğü için, bu kanun aynı zamanda halkın dinî duygularının istismarını önleme ve bu konudaki düşüncelerini daha doğru analiz edebilmesini, insanların dileklerini doğrudan Tanrı'ya yakararak ulaştırmaya çalışmaları yerine, türbe ve yatır mezarları ile türbedar, muskacı, falcı, üfürükçü gibi kişilerin, bir aracı görevi üstlenerek, bundan menfaat sağlanmasının önlenmesine, İslamiyetin ve ibadetin doğru yorumlanmasını sağlamaya yönelikti.

Türbe ve yatırların kapanması ile ilgili kanuna karşı yapılan eleştirilerin bir bölümü, bazı devlet büyüklerinin türbelerinin de aynı kanun kapsamında değerlendirilerek kapatılmalarını kapsamaktadır. Ancak o dönem ortamında bir ayrım yapılması imkansız olduğu için toplu bir kapatma kararı alınmıştır. Bununla birlikte, 1946'da tarihî şahsiyetlerin türbelerinin açılması ile günümüze kadar geçen süreç içinde bu tür yerlerin tekrar açıldığı ve yine dilek ve hastalıklarla ilgili şifa isteklerinin gündeme geldiği görülmektedir.

Halk Hekimliğinde Türbe ve Yatırlar

Türbe ve yatırlar çevresindeki geleneksel uygulamaların bir bölümü, insanların çeşitli dileklerini (evlenmek isteyen gençlerin kısmet açmak, çocuğu olmayan kadınların çocuk dilemek, yeni evlenen gençlerin evliliklerinin huzur içinde geçmesini istemek, iş bulmak, ev-araba sahibi olmak, vb.) kapsamaktadır. Bu tür yerler etrafındaki uygulamaların önemli bir bölümünü ise, insanların hastalıklarına şifa bulmak amacıyla gerçekleştirdikleri ziyaretler oluşturmaktadır. Özellikle akıl, sinir, ruh, felç, baş ağrısı, sarılık, sıtma, sara, yılancık gibi hastalıklar başta olmak üzere çeşitli hastalıklara yakalananlar, buralardan şifa aramaktadırlar.

Halkbilimin önemli bir araştırma konusu olan türbe ve yatırlar etrafındaki geleneksel uygulamalar, temel olarak halk inanışları başlığı altında incelenmekle birlikte, bu uygulamalardan şifa talebine yönelik olanlar aynı zamanda halk hekimliği kavramını da ilgilendirmektedir.

Halk hekimliği veya geleneksel tıbbın kaynağında da dini inançların ve büyünün önemli bir yerinin olması, çoğu dinsel-büyüsel olan türbe ve yatırlar etrafındaki geleneksel uygulamaların halk hekimliğiyle ilgisini ortaya çıkarmaktadır. Halkın sağlık-hastalık hakkındaki düşüncesinin, kültürü ile şekillenmesi, özellikle gelenekselliğini büyük ölçüde korumakta olan topluluklarda insanların hastalandıklarında doktora gitmelerini önleyici rol oynayabilmektedir. Doktora gittiği halde şifa bulamayan hastaların ise bu tür yerleri ziyareti, bir son çare olarak değerlendirilmelidir. Halk kültürünün temel prensiplerinden birisi olan ve manevî değerlerin, maddî değerlere nazaran daha ağır değişime uğraması, halkın bu konudaki geleneksel değerlerini daha ağır değiştirmesinde önemli rol oynamaktadır.

Halk hekimliğinde bitkilerle tedavi gibi rasyonel olarak değerlendirilebilecek bazı uygulamaların yanında, konumuzu oluşturan türbe ve yatırlar etrafındaki geleneksel uygulamaların ağırlıklı olarak tedaviyle doğrudan ilgisi olduğunu söylemek zordur.

Uygulamalar genel olarak hastanın türbe veya yatır etrafından gezdirilmesi, orada birkaç gün bırakılması, orada bulunan bir eşyanın kendisine temas ettirilmesi, orada bulunan sudan içirilmesi, topraktan yedirilmesi, bir eşyasının orada bırakılıp, tekrar giydirilmesi veya bunlara benzerdir.

Türbe ve yatırlar etrafındaki şifa talebine yönelik uygulamaları, ölen kişinin herhangi bir biçimde yaşamını sürdürmesi inancına bağlı olarak, ölüler ibadeti ve ölü kültü ile açıklamak gerekmektedir. Bu kişilerde var olduğuna inanılan olağanüstü güçlerin, ölümlerinden sonra da devam ettiği; mezarına, mezarı çevresindeki toprağa, ağaca, suya, vb. geçen bu gücün şifalı olduğuna inanılmaktadır.

Değerlendirme

Günümüzde halkın türbe ve yatırlar çevresinde şifa talebine yönelik bu tür uygulamalarının devam etmesini, Atatürk Devrimlerinin konuyla ilgili kanunun yetersizliğiyle açıklamak, konuya çok dar bir açıdan bakmak demektir.

Halk hekimliği kavramının temelinde, özellik gelişmemiş veya gelişmekte olan, modern tıbbın olanaklarından yararlanamayan ülkelerde, halkın hastalandıklarında doktora gidememesi veya inançları nedeniyle gitmek istememesi durumu yatmaktadır

Bu durum, büyük ölçüde geleneksel yapısını korumakta olan ülkemiz için de geçerlidir. Sadece modern sağlık kuruluşları yapmak, buralara sağlık elemanları atamak ve bunları ülkenin her yanına yaygınlaştırmak yetmemektedir. Halkın kültürü ile yakından ilgili olan sağlık-hastalık sisteminde, hastayı sadece bir vaka olarak değil, onu içinde bulunduğu kültürü ile birlikte değerlendirmek ve tedaviye, bu durumu gözönüne alarak geçmek gerekmetedir. Bunun da en doğrusu, sağlık elemanlarının halk kültürü konusunda bilgilendirilmesidir. Konuyla ilgili bir görüş, bu durumu çok güzel açıklaması bakımından anlamlıdır.

“Adet ve inanmaların, bir toplumun maddî ve manevî hayatındaki olumla ya da olumsuz etkilerini küçümsemek, görmeklikten gelmek yanlış bir tutumdur... Halkı köstekleyen ya da destekleyen adet ve inanmaların, zihniyetin kök nedenlerini bilmeden alınacak her tedbir, kısa süreli, kısır ve yanlış olacaktır.”

Aynı bilim adamının ülkemizde konunun ulaştığı boyutu, “Hemen hemen her ilçe ve köyde bulunan ocaklar, yatırlar, tekkeler birer sinir ve ruh hastalıkları kliniği, birer sağlık merkeze, birer Hükümet Tabipliği gibi iş görmekte, sanıldığından da çok rağbet bulmaktadır” görüşüyle gözler önüne sermesi, bu konudaki ihmali işaret etmektedir. Aynı zamanda bu görüş bize, türbe ve yatırların bu fonksiyonlarının bir bakıma, devletin yetersiz kaldığı sağlık alanlarının, bu tür yerler tarafından doldurulduğunu göstermektedir. Dolayısıyla güçlü ve hizmetleriyle halkına güven veren bir devletin (sağlık hizmetlerinin) olduğu yerde, bu tür yerlerin kendiliğinden kalkması beklenmelidir.

Eğitim sistemimizin, inanca dayalı dünya görüşü ve içe dönük düşünce sisteminin birleşiminden oluşması ise, rasyonel olmayan değerlendirmeleri ve sonuçta bu tür yerleri ziyaretlere zemin hazırlaması bakımından dikkat çekicidir.

Konuyla ilgili bazı bilimsel çalışmalarda değerlendirmeler yapılırken, bilerek veya bilmeyerek halkın bu tür uygulamalarını destekler bir görünümün sergilenmesi de, bilimsel çalışmalara ters düşen bir durumdur. Bunu da yukarıda bahsettiğimiz eğitim sistemindeki bozukluk çerçevesinde, Atatürk'ün özümsediği bilim bazlı düşünce sistemi yerine, inanç bazlı geleneksellikten kendini kurtaramama olarak açıklamak yerinde olacaktır.

Sonuç

“Atatürk Devrimleri geleneksel kültürümüzde birçok yetersiz kültür ögesinin terk edilerek, yeni kültür ögelerinin kabul edilmesidir.” Burada ele aldığımız konuda yetersiz kültür ögeleri türbe, yatır, türbedar, üfürükçü, falcı, muskacı, vb. başta olmak üzere, bu tür yerler etrafında görülen geleneksel uygulamalardır.

Atatürk'ün konumuzla ilgili kültürel reformu, uzun vadeli bir sürecin ilk adımlarıydı. Bu reformun ilk sonuçlarının tepki, hoşgörüsüzlük veya tamamen reddetme şeklinde ortay açıkması çok doğaldı. Yüzyıllarca devam eden alışkanlıkların birdenbire sona erdirilmesi kolay olmayacaktı. Konuyla ilgili sıkıntılar ve günümüze kadar devam eden süreç, bir kültür değişiminin doğal özellikleridir. Bu sürecin başarıyla sonuçlanması ise yukarıda bahsedilen hususların iyileştirilmesi ve öncelikle de, biraz önce de üzerinde durulduğu gibi geleneksel kültürümüzdeki, günümüz şartlarıyla uyuşmayan, yetersiz kalan, zarar veren unsurların ayıklanması ile mümkündür.




 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 6254 kez gösterilmiştir.