Orhan Koloğlu

PİYER LOTİ İLE TÜRKÇE ÖĞRETMENİ

ZEKİ MAGHAMEZ

ORHAN KOLOĞLU

Piyer Loti'nin Türkçeyi öğrenme serüveninin 1876'da Selanik'te Aziyade macerasıyla başladığını biliyoruz. Doğal olarak kurduğu ilişkilerin niteliği sebebiyle çevirmenler belli bir noktaya kadar kendisine yardımcı olabiliyorlardı. Üstelik bu aracıların kültür düzeyi de son derece sınırlıydı. Sanırım buna kişisel ilgi ve merakının gücünü de eklemek gerekiyor. Nasıl Tahitice ya da Japonca öğrenmeğe çabalamışsa, Türkiye'ye olan ilgisinin artışı oranında Türkçeye de artarak yönelmiştir. Konu üzerindeki çalışmam iki bölümde tamamlanacaktır. Arşivimde bulunan Türkçe ders defterinin ayrıntılarına başka bir bildiride girmek üzere şimdilik ilgisinin sebepleri ve öğretmenliğini yapan kişi ile ilişkileri üzerinde duracağım.

Journal İntime'inde Ağustos 1878'e ait kayıtta Rochefort’da bulunduğu günlerde bir yandan çocukluk günlerini andığı, diğer yandan da 'garip İslam diline çalıştığı belirtilmektedir. İlginç olan buna 'Esrarengiz İstanbul'u hayal ederek sözlerini eklemiş olmasıdır. İstanbul hayranlığının Türkler ve Türk diline ilgisini artırdığı anlaşılıyor. Nitekim 19 Ocak 1884 de Mısır'da bulunduğu sırada da şu notları kaydetmiştir:

Bir parça Avrupalı yaşamı. Bir parça da Suriyeliler mahallesinde nargile ve Türkçe.

Mısır'da Türkleri görmekten ve 'İstanbul'un sevilen dilini konuşmaktan mutlu olduğunu saklamaz. Gece eğlenceleri için de “büyük bir Türk usulü eğlence (= Turquerie) deyimini kullanması ilgisinin odağını gösterir.

Türkçeyi çok daha ciddi bir şekilde öğrenme gereksinmesini 1903 yılı sonunda Vautour gemisinin kaptanı olarak İstanbul'a iki yıllık bir görevle gelince hissetti ve ciddi şekilde bir öğretmen arayışına girişti. İki yıl boyunca bu görevi üstlenen ve yaşadığı sürece dostu kalacak olan Zeki Maghamez ile bu vesileyle tanıştı. Zeki, 1919'da yazdığı bir mektupta nasıl tanıştıklarını şöyle anlatıyor:

Piyer Loti’yi eskiden beri tanırım. Vautour Gemisi kumandanlığı zamanından. Mısır’ın El Hizbel Vatani fırkası reisi dostum merhum Mustafa Kamel (Kamil) Paşa’nın gıyabi aracılığıyla beni aramıştı.

İlişkilerinin gelişmesinin ayrıntılarına girmeden önce Maghamez’in kişiliği hakkında bilgi verelim.3 1870/71’de Halep’te doğdu. Katalik bir Arap ailenin çocuğuydu. Askeri Rüştiye’de özel derslerle Türkçe, Fransızca ve Arapça öğrendi. Orada her üç dilde gazeteler yazmaya başladığı anlaşılıyor. 4 Şehremaneti’nde Belediye katipliğine atandı ve aynı zamanda İstanbul’un Türkçe gazeteleriyle (Saadet, Malumat, Sabah, İkdam) Mısır’ın Arapça gazetelerine El Muayyed ve El Liva) sürekli yazı yazdığı biliniyor.

İslam Medeniyeti Tarihi, Eba Müslimi Horasani gibi eserleri ve ünlü Arap yazarlarından tercümeleri bulunduğu gibi Kur’an tercümesi de yapmıştır. Kendi açıklamasından öğrendiğimize göre bu yazıları vesilesiyle Mısır milliyetçilerinin lideri Mustafa Kalem ile tanışmış oldu. Bu bağlantı onun fikri yapısı üzerinde görüş oluşturmamızı kolaylaştırıyor. Mustafa Kamel bir Arap milliyetçisi olmaktan ziyade bir Mısır Milliyetçisiydi. Öncelikle Mısır’ın İngiliz işgalinden kurtulması yanlısıydı. Bu amaçla Dsmanlı Devleti’yle tekrar bütünleşilmesinden yanaydı. Özerk ya da bağımsız bir Mısır daha sonraki aşamada gündeme gelecekti. Bu anlayış sebebiyle Mustafa Kamel Sultan II. Abdülhamit ile iyi ilişkiler içindeydi, hatta onun tarafından Paşa rütbesiyle taltif edilmişti. Bu anlayışa yakın bir çizgide bulunması Maghamez’in de Osmanlılık duygusunda samimi olduğunu kanıtlar. Hatta Türkçülüğü iyi bilinen Ali Kemal onun hakkında şu yargıda bulunuyor:

Zeki neslen Halep’tendir, Kalben Türktür (…) Ömrünü matbuatımıza, edebiyatımıza, irfanımıza hasr eyledi. Bütün gazetelerimizde çalıştı. Birçok memuriyetlerde bulundu. Hasılı Türklüğe hikmette benim diyen Türk' ten geri kalmadı. Bu faziletine bir de ahlaki meziyetlerini katan Zeki’yi o koskoca Fransız edibi (Loti) en samimi bir dostlukla ve övünerek asla unutmaz, her fırsatta özel iltifatlarla mutlu kılardı.

Bu özellikleri içinde günün birinde Şehremaneti’ndeki odasına giren Fransız bahriye subayının getirdiği Loti’nin mektubunu heyecanla okudu ama Abdülhamit Rejimi’nin yabancılarla ilişkiler konusundaki hassasiyetini bildiğinden işi amirlerine iletti, onlar da saraya ulaştırdılar. Loti’nin resmini bütün polis teşkilatına dağıttırmış ve girişimlerinde rahatsız edilmemesini gerektiğinde de korunmasını emretmiş olan sarayın izni gelince Zeki yazarla temasa geçti. Loti doğrudan onun ders vermesini değil, uygun bir öğretmen bulmasını istiyordu. Bu görevi nasıl kendisi üstlendiğini şöyle anlatıyor:

Piyer Loti’yi birkaç defa ziyaretten sonra Türkçe öğrenmek istediğini anladım. Kendisine ders verecek bir zat tavsiye etmemi rica etti. Piyer Loti gibi bir müşkülpesente bir muallim tavsiye etmek kolay değildi.Çünkü kendi şahsına mahsus bir takım hissiyat haricinde hiçbir şey tanımayan bu zat muallimi ta ilk dersten kovabilirdi. Ben de müşkül bir mevkiye düşerdim. Bu sebeple ödül ve ücreti kendisinin samimi dostluğu olmak üzere bu vazifeyi kendim üstlendim. Ve her maddi menfaatin üstünde olan dostluğa nail oldum.

Loti-Zeki yakınlığı sadece dil öğrenmekle sınırlı kalmadı. Gerçek bir dostluk niteliği kazandı. Öncelikle Türkçeyi öğrenme konusunda Maghamez’in gözlemlerini aktaralım:

Loti Türkçeyi yalnız konuşmak için öğrenmek istemedi. Onun için Türkçe harfleri de öğrendi. Kelimeleri Latin harfleri ile yazardı. Kuralları ise katiyen dinlemek istemezdi. Hatta bir gün bir terkibin keyfiyetini kendisine anlatmağa çalışırken Fransız gramerinden onun mukabilini zikrettim.

O suretle izah etmeyiniz, gramer kurallarının tümüyle cahiliyim. Ufak bir çocuk grameri benden bin kat iyi bilir dedi. Piyer Loti için pratik yaptıracak birisi lazımdı. Maiyetine bir Türk uşak almasını tavsiye ettim. Soyluluğunu ve nezaketini daima takdir ile iftihar ettiğim Keçecizade Reşed Fuat Beyefendi’nin veyahut arasıra edibi azamı ziyaretine giden Belkıs Hanım namında gayet bilgili kibar genç bir hanımın delaletiyle Şükrü isminde bir uşak bulundu. Şükrü bir buçuk sene kadar Piyer Loti’ye hizmet etti. O devirde Piyer Loti’yi yabancı bir savaş gemisinde ziyarete kimse cesaret edemiyordu. Yalnız Reşad Fuad Beyefendi bir istisna idi. Zavallı Piyer Loti… Memurlardan olsun, basından olsun her ne sınıftan olursa olsun Türk görmek istiyordu. Heyhat!.. Kimsede cesaret yoktu. Bu derece esir bir memleketten daha sonra sayısız ve sınırsız kahramanlar türemesine karşı gerçekten hayret edilir.

Piyer Loti bir müddet sonra Türkçe güzel konuşmaya başladı. Lakin beyler ile, efendiler ile konuşmak istemezdi. O yalnız benimle, Belkıs Hanım’la Şükrü ile, Sandalcılar ile, arabacılar ile, İstanbul’dan bir şey satın aldığı zaman dükkancılar ile, Mahmud Paşa kahvesi, Beyazıd Meydanı kahvesi, Eyüp Sultan Kahveleri sahipleri ve çıraklarıyla Türkçe konuşurdu. Hem de meramını pek güzel ifade ederdi. Bir gün Türkçedeki ilerlemesini takdir ediyorum. Cevaben:

İyi ama, yarın öbür gün Fransa’ya döneceğim, öğrendiğim Türkçeyi unutacağımdan korkuyorum. Nitekim benim Japoncam da öyle oldu. Japonya’da iken Japon lisanını iyice konuşuyordum. Fransa’yadöndüm, hepsini unuttum dedi. Fakat Piyer Loti Türkçeyi öyle kolay kolay unutamadı. Zira Meşrutiyetin ilanının başlarında Dersaadet'e tekrar geldiği zaman varışını Boğaziçi’nde Kandilli’de Kont Ostrorog’un yalısında Latin harfi ve Türçe güzel bir ifade ile yazmıştı. Gerek bu mektubu, gerek yüzlerce diğer kıymettar mektuplarını büyük bir itina ile saklamaktayım.

Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, Loti asıl insanları tanımak, onların düşüncelerini doğrudan aracısız anlamak için Türkçeyi öğrenmeyi istemiştir. Türkçe dersi defterindeki sözcük ve cümlelerin çokluğuna karşılık eserlerinde kullandığı sözcüklerin sınırlılığı bunu kanıtlıyor.

Doğal olarak Loti-Maghamez ilişkisi sadece Türkçe dersleriyle sınırlı kalmamıştır. İstanbul’da birlikte dolaşmalarına ait Loti’nin Jıurnal Intime’inde kayıtlar vardır:
20.3.1904: Türkçe dersinden sonra Maghamez Bey ile birlikte İstanbul’a hareket ettik. Elbiseleri değiştirip mezarlıkta şüpheleri çekmemek için bir Türk’e tam benzedikten sonra (…) Maghamez Bey’e kimseye fark ettirmeden tamir ettireceği mezarı gösterdim.

19.2.1905: Zeki Bey’le birlikte mezarlığı ziyaret ettik. Birlikte geziler dışında Maghamez, Fransa’da bulunduğu sırada mektuplar yollayarak da onunla bağlantısını devam ettiriyordu. Bunlarda önemli siyasi olayların anlatılması kadar şahsi istekler ve İstanbul dedikodularının da varlığı dikkatlerden kaçmıyor. Arşivimde bulunan dört mektuptan birincisi tarih taşımıyor, ancak Loti’nin İstanbul’dan dönüşünden sonra yani 1905 yılının ortalarında yazıldığı düşünülebilir:

İki gözüm Beyim Efendim son mektubumun yanıtını hala alamadım: Bekliyorum. Sizden kendim için, sizin için hiç de güç olmayan bir büyük lütuf istiyorum: Bunu red edemeyecek kadar âlicenapsınız.

Rıdvan Paşa Bâbıâli’ye derecemin birinci sınıfa yükseltilmesi için yazdı, bu işi hızlandırmak için saygıdeğer bir kimse tarafından Sadrazama bir tavsiye mektubu göndermek gereklidir.

Sevgili Beyim, Efendim, bana Sadrazama hitap eden böyle bir mektup yazar ve gönderebilir misiniz? Sizin gibi bir büyük yabancı adamın bir mektubu böyle işlerde çok yardımcı olur ve sanırım Sadrazam da sizin mektubunuzdan çok memnun olur.

Her halükârda size müteşekkirim ve emrinizdeyim, Beyim efendim. Yanıtınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

Osmanlı Hariciyecisi Nuri Beyin kızlarının Fransa’ya kaçışından sonra 5 herhalde 1905’in sonlarında gönderilmiş mektubun kağıdında Maghamez İhvan (kardeşler) ve Şürekahum (Şürekası) başlığının bulunması Zeki’nin ticarete atılmış olduğunu kanıtlıyor. Yağ ticareti yaptığı biliniyor. Şirketinin adresi Asmaaltı Papazoğlu Han No. 9’dur. Telgraf adresi olarak da Maghamez İstanbul yeterli. Bunda günün dedikoduları boyca anlatılmış:

Ahmed Faruki 6 çok müteşekkir. Çiçeklerin isimlerini bana bildirecek ben de size birkaç güne kadar yazacağım. Eğer kadınların isimleri ve çiçeklerin isimleri arasında tercih edecekseniz, bu size bağlıdır.

Nuri Bey’in kızları kaçtılar, şimdi Paris’teler. Babaları geri getirmek için İstanbul’dan ayrıldı. Elde ettiğim bilgilere göre onları baştan çıkaran mürebbiyeleri oldu. Bu kadın küçük kıza şan ve piyano dersleri veriyordu. İki kızın kafalarını Paris’e giderlerse .büyük bir mevkii ve zenginlik elde edeceklerine inandırdı. Kaçışı birlikte hazırladılar. Ama önceden evden çok şey çaldılar. Bu eşyalar mürebbiye ile birlikte Mısır’a gitti. İki kız ise başlarına şapka geçirdiler ve yabancı pasaportu ile İstanbul’u trenle terk ettiler. Bu işte mürebbiyenin hırsızlığı fark ediliyor.

Bir başka kaçış daha var. Rıdvan Paşa’nın kızı. Bu alçak kız babasının evini terk etti. Bir Çerkez’i seviyordu. Kocası ve bir çocuğu olmasına rağmen bu genç adamla birlikte gitti. Şimdi İstanbul’a döndü. Ama babası onu evine kabul etmedi. Bu baba için büyük bir felaket, oğlu Reşad Bey yüzünden mutsuzdu şimdi kızı yüzünden de mutsuz oluyor. Rıdvan Paşa büyük bir adam olmak için çalıştı, sadece kendisi için çalıştı, çocuklarının eğitimini ihmal etti, işte sonucu.

İki üç güne kadar size istediğiniz adresleri yollayacağım.

Dün İkdam gazetesinin sahibi Ahmet Cevdet Bey size biraz kızmıştı çünkü şimdiye kadar sizden bir kart almadı. Mert bir insandır ve yazmayı bildiği gibi gazetesinde neler bulunduğunu bilen tek gazete sahibidir. Biz de gazete sahibi olmanın koşulu cahil olmaktır. Oysa Cevdet Bey bunun istisnasıdır. Dolayısıyla sizden İkdam’ın bugüne kadar hakkınızda yazdıkları için iki teşekkür kelimesi içeren bir kartvizit göndermenizi rica ediyorum.

Daima emrinizdeyim. Daima sizi düşünüyorum. Size çok sadığım ve çok müteşekkirim. İki gözüm efendim.

Görüldüğü gibi İstanbul sosyetesinin bütün perde gerisi haberlerini aktarmaktadır. 20 Nisan 1909 tarihli mektubu, 31 Mart olayı diye ünlü (ki modern takvimde 13 Nisan’a karşılıktır) Meşrutiyet aleyhtarı ayaklanmanın en gergin günlerinde, Beyoğlu’nun ünlü Tokatlıyan Oteli ve Lokantasından yazılmıştır:

İki gözüm Beyim, Efendim, Bu mektubu Tokatlıyan’dan yazıyorum. Askeri birlikler İstanbul’un kapısındalar. Benim endişelenecek bir şeyim yok ama haksız olarak endişelenen kıymetli dostlarım var. Ben daima bağımsız oldum. Hiçbir tarafla birlik olmuyorum. Ancak işlerin kötü biteceğini görüyorum. Zira kişisel çıkarların esirleriyiz.

Sultan çok tehlikeli bir durumda.

Sizi asla unutmuyorum ve daima emrinizdeyim. Kıymetli büyük dostu ebediyen seviyor ve saygı duyuyorum.

Mektuplarında hep tekrarladığı sevgi ve bağlılığı Ali Kemal’e gönderdiği mektubunda ayrıntılı bir şekilde şöyle anlatılmaktadır:

Her maddi menfaatin üstünde olan o dostluğuna nail oldum. Kendiside öyle sevgi ve vefakarlık gösterdi ki cidden minnettarım. Hatta bu bakımdan bendenize minnet çektirdiği de vakidir. Ona da minnettar oluyorum. Bazı mektuplarında Bak Zeki bana yüzlerce mektup geliyor da kimseye cevap veremiyorum, yalnız sana yazıyorum der.

(…) Tuhaftır, bu zat hakkımda o kadar lütüfkârdır ki, anbean lütuf ve teveccühünün derecesini görmekten çekinmez. Yukarıda arz ettiğim gibi kendisini tanıdıktan sonra ikinci defa Dersaadet’e geldiğine dair kendisinden mektup alınmaz ertesi günü Kandilli’ye Kont Ostrorog’un yalısına gittim. Haber verdiler. O sıralarda Sultan Abdülhamid’in tac ve tahtı büsbütün sarsılmamıştı. Piyer Loti beni çok bekletmedi. Kemali samimiyetiyle sohbet ettik. Söz sırasında öğleden önce bana bizzat Abdülhamit gelmiş olsaydı özür diler çıkmazdım. Fakat sen geldin, seni bekletmek elimden gelmez diyerek yakınlık gösterdi daha doğrusu davet neticesi olan naz ve tahakkümün derecesini gösterdi.
Gerçekten Piyer Loti’nin fikri mesai zamanı sabahlarıdır. Hatta bazen yemek zamanına kadar kendi odasına kapanıp çalışır. Kendisi bizzat çağırmadan uşağı bile yanına giremez. Osman adında bir Fransız ağası vardı. Bütün yazılarını o kopya ederdi. Basımevine o kopyalar giderdi. Bir gün bu zat anlatıyordu:

Kumandan sabahleyin odasına kapandığı zaman yanına kimsenin girmesine izin vermez, ben bile giremem.

Piyer Loti’de bir haslet vardır ki o da dehasını takdir yolunda kendisine söylenen sözlere karşı ne memnuniyet ne de alçak gönüllülük göstermesidir. Bana hediye ve yadigar olarak verdiği eserler arasında Fazilet mükafatı tevzii meselesine dair Fransız Akadamesi huzurunda verdiği nutuk vardı. Bunu okur iken konuya giriş için başlangıçtaki birkaç satır deha ve belagatı ile beni titretmişti… Biz de yazı yazdık bir çok yazılar da gördük fakat bu dehanın mislini görmedim dedim. Piyer Loti biraz tebessüm etti. Ne memnuniyet gösterdi ne de tevazu. Sonra başka hususlardan bahsettik. Bu zatın yegane övünüşü artist olmaktan ibaretti. Bu defa ben bir artistim dedi.

Piyer Loti samimi ve vazgeçmez Türk ve Arap sevendir. Bu iki kavim hakkında yok olmaz bir sevgi çekiciliği taşır. Onun huzurunda bu iki kavim veya biri aleyhinde kimse söz söyleyemez. Söylerse bir daha onun huzurunda da kabul bulmaz. İstanbul tarafına çıktıkça fez giyerdi, fes giymekten çok hoşlanırdı.

Maghamez’in Loti’ye son mektubu 2 Ocak 1919 tarihini taşıyor. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış başta İstanbul olmak üzere ülkenin pek çok yeri işgal altına girmişti. Bu ortamda yazıyor:

Ulu ve sevgili dost. Savaş yüzünden uzun zamandan beri size yazmak mutluluğuna eremiyordum. Buna karşılık özel bir lütuf sayesinde Fransız gazetelerinde yazdıklarınızı ve gazetelerin sizin hakkınızda yazdıklarını çoğu kez görüyordum. Ve sağlığınızın çok iyi olduğunu öğrenmekten mutlu oluyordum. Aynı zamanda İstanbul gazeteleri de size övgüler yağdırıyorlar ve son olarak Enver Paşa’yı Alman entrikalarına karşı uyarmak için yolladığınız mektubu ve Türk milletini savunmak için yazdığınız son makalenizi yayınladılar. Daima bu yazıları zevkle okudum.

Dört müthiş yıl geçirdik ve işte şimdi hayattayız. Bu bir dirilmedir. Geleceğin geçmişten daha iyi olacağını umarım.

Bana güveninizi ve dostluğunuzu göstermekte devam ederseniz son derece müteşekkir olurum ve beni daima hizmetinize amade bulacaksınız.

Daima sizin iki gözüm Beyim Efendim. Aralarında içten ve saygılı bir dostluk bulunduğu Loti’nin onu ithaf ettiği bir kitabına Zeki Maghamez Bey’e kötü bir öğrencinin kadirbilir hatırası kaydını koymasından anlaşılıyor. 1920 Şubat’ında Zeki’ye gönderdiği mektup da yine teşekkür doludur: 7

Makalelerinizden dolayı size teşekkürde geciktim fakat bu vazifeyi bütün kalbimle ifa ediyorum. Kusurumu af edeceğinizden eminim. Türkiye’nin müdafaası için aylardan beri her türlü teşebbüslerimin ve başvurularımın beni ne derece yorduğunu, ne kadar gereğinden fazla fikri çabaya mecbur ettiğini tasavvur edemezsiniz. Her taraftan gelen tehditler, tahkirler de cabası!... Bu ızdıraplara bir de özel yaşamımın en fena elemlerini, en korkunç endişelerini ilave ediniz. Biliyorsunuz ki Fransa’da iki günden beri İstanbul kazanıldı. Şimdi Londra’dadır ki gelecek hafta en son talih safhası inkişaf edecektir. O konuda ne düşüneceğimi bilemiyorum. Kâh bedbin kâh umud içinde elim demler geçirmekteyim. Gece gündüz beklemenin ızdırabı içinde yaşıyorum.

Bu sadece kişiye değil onun mensup olduğu bütün cemaate de duyulan sevgi dolayısıyladır ki Maghamez’in bağlılığı büsbütün artmıştır. Loti’nin ölümü üzerine Servet-i Fünun’da yazdığı bir yazıda “Meğer hayatımın en mutlu demleri bu yüksek ve melek huylu insan ile geçirdiğim zamanlardan ibaret imiş” der ve ağladığını anlatır.





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 4962 kez gösterilmiştir.