Zeynep Mennan

Bazı Türk Yazarlarına Göre Oryantalizm Bağlamında Pierre Loti

Avrupa'nın, hızla dünyaya açıldığı bir dönem olan l8.yy'da, Doğu dünyasına, özellikle de Osmanlı-Türk kültürüne Batı'da duyulan ilginin giderek somutlaştığı söylenebilir. Bu yüzyılda , özellikle Fransa'da, belirli çevrelerde, baharat ve kahve gibi ürünlerin ithal edildiği Türkiye'yi bir zenginlikler ülkesi, gizemli, keşfedilmesi gereken, biraz da masalsı bir diyar olarak görme neredeyse bir moda haline gelmiştir.

Ticaret amacıyla Türkiye'ye gelen tüccarlarla gezginlerin , Doğu kültürleriyle tanışması ve ülkelerine döndüklerinde Doğu'nun etnografik zenginlikleri ve gelenekleri üzerine anlattıkları"seyahatnameler" "Turquerie"denen bi tarzın ortaya çıkmasına neden olmuştur.Bu tarz,bir anlamda,bugün tartışılan "Oryantalizm'"in de düşünsel altyapısını oluşturmaktadır. XIX. YY. in başlarından itibaren de dünya üzerinde yaygın bir sömürgecilik ağı oluşturan ve Sanayi Devriminin sağladığı geniş teknik ve ekonomik olanaklarla donanmış Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu'nu siyasi ve ekonomik açıdan giderek tam bir kıskaca almıştır.

Fransa'da devrim sonrası yaşanan radikal değişimler ile XIX. yy.'ın başlarında Napolyon savaşlarının yol açtığı siyasal ve ekonomik çalkantılardan kaynaklanan ve tüm bir kuşağı derinden etkileyen değerler bunalımı, özellikle yazın çevrelerinde yüzyıl hastalığı" (mal du siecle) adıyla somutlaşacaktır; bu kaygılı, uyumsuz, düşçü kuşakta "uzak iklimlere", "ötekine" kaçış yani egzotizm, yazar ve sanatçılara hem yaşamsal, hem sanatsal açıdan bir açılma, bir soluklanma olanağı doğuracak, yaşadıkları ortamda bulamadıklarını "uzak iklimlerin" çekici, renkli, kokulu, gizemli havasında bulma olanağı sağlayacaktır.

 Bu çerçevede, yüzyılın başından ortasına kadar, Chateaubriand, Lamartine, Gautier, Nerval, Flaubert gibi yazarların Doğu'ya yaptıkları gezilerden hareketle yayımladıkları kitaplar, Doğu Dünyası hakkında Batılılara, kimi zaman önyargılı değerlendirmeler de içerse, ilginç bilgiler verir. Bu bağlamda, örneğin Hugo, hiç görmediği Türk-İslâm alemini, yunanseverliğinin gölgesinde, çarpık bir şekilde yansıtırken, Lamartine, Gautier ve Nerval nispeten daha nesnel ve gerçekçi tablolar vermeye çalışmışlardır. XIX.YY'ın sonlarına gelindiğinde doğulu yaşamın "egzotik özelliklerini" daha bir ön plana çıkaran Pierre Loti 'nin görünüşte ilgisi diğer yazarlardan çok farklı olmasa da, yazar, Türkiye'de daha uzun kalarak, Türk ruhuna daha bir nüfuz etmiş ve Türk gelenek, görenek, kültürüyle ilgili ayrıntılara girmiştir. Loti'yi öteki yazarlardan ayıran en büyük fark, onların "Doğu'ya Yolculuk' ("Voyage en Orienf) adı altında yaptıkları yolculukları bir tür "seyahatname" biçiminde yazarken, Loti'nin gözlemlerini romanlaştırmış olmasıdır.

Biz bu incelememizde, özellikle "Aziyade" ve "Mutsuz Kadınlar" romanılarını öne çıkararak, Loti'nin Türkiye'ye bakışını değil, Loti'nin kimliğinde, gözlemlerinde ve yargılarında somutlaşan Avrupa'lı, Batılı bakışı, kimi Türk yazarlarının nasıl değerlendirdiğini temel alacağız. Bu bağlamda, bir bildirinin sınırları içinde Tevfîk Fikret'in Servet-i Fünûn dergisinin 401 ve 402. Sayılarında yer alan "Ecnebiler ve Türkçemiz" ve "Aziyâde" başlıklı iki makalesini, Ömer Lütfi Fikri’nin I907 de "Icdihad" dergisinde yayımlanan , Loti'nin çizdiği harem majının yanıltıcılığı ve çarpıklığı üzerine görüşlerini yazdığı"MutsuzKadınlar""LesDesenchantees") başlıklı makalesini, Nazım Hikmet'in I925'de yazdığı "Pierre Loti adlı şiirinde çizdiği olumsuz Loti imajını, ve Orhan Koloğlu'nun 1994'de çıkan "Loti'nin kadınları -Osmanlı hareminin gizemli dünyası" kitabından aldığımız görüşlerini ve bu bağlamda Koloğlu'nun andığı Ahmet Rıza'nın Fransa'da yayınlanan "Meşveret dergisindeki "Mutsuz Kadınlar" la ilgili değerlendirmesini ele alacağız.

Burada amacımız, Türklerin sevgisini kazanmış, 1876-1923 yılları arasında, büyük bir cesaretle Avrupa'lıların emperyalist politikaları kadar, Osmanlı devleti içinde yaşayan ve Avrupalı devletler tarafından kışkırtılan gayri-müslim cemaatlerin karşı propagandalarını ve çarpıtmalarını çürütmek için uğraş vermiş, Türklerin savunuculuğunu üstlenmiş bir Batılı yazara yöneltilen olumsuz eleştirileri ve farklı bakış açılarını vermektir.

Tevfik Fikret, "Ecnebiler ve Türkçemiz" başlıklı makalesinde Avrupa'nın Doğu'yu ne kadar yanlış tanıdığını örneklerle anlatırken, sözü Pierre Loti'ye getiriyor. Yazarın, beş-altı yıl önce, Octave Feuillet'nin yerine Fransız Akademisi üyeliğine kabul edildiği gün söz alan Akademi Başkanı Mösyö Mezieres'in Loti'ye hitaben yaptığı konuşmada söylediklerine dikkati çekiyor: "Biz Fransızlar Doğuyu ve Uzak Doğu'yu sizin sayenizde, sizin yapıtlarınız sayesinde tanıdık, keşfettik. Oralarda kendi eviniz, kendi memleketiniz gibi geziyor, bizi de birlikte gezdiriyorsunuz. Doğulunun örf, adet, yaşayış biçimi ve davranışları üzerindeki esrar perdesini tabaka tabaka kaldırarak bizi bu sırlarla ilgili bilgilendiriyorsunuz." Merzieres'in bu sözleri, Tevfik Fikret'e göre, Loti'nin kendi vatandaşları arasında Doğu dünyasının tüm gizlerini bildiğinden kuşku duyulmadığının bir kanıtıdır. O yıllarda, Hachette yayınevinden çıkan, her bölümünde ayrı bir başkentin tanıtıldığı "Dünya Başkentleri" adlı kitapta, İstanbul bölümünün tanıtılması görevinin de Pierre Loti'ye verilmesi Tevfik Fikret'e göre bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Çünkü, bu kitapta, her başkent, orayı en iyi bilen yazara, gazeteciye ya da araştırmacıya yazdırılmıştır  " Demek ki, der, Tevfik Fikret, Fransa'da İstanbul'u ve bizi en iyi bilen, ya da en iyi bilenlerden biri Loti imiş. Zaten kendisi de öyle söylüyor. Diyor ki: "İstanbul'da pek çok kez bulundum. Güzel Türkçe öğrendim.

Türk'lere o kadar uydum, o kadar benzedim ki kıyafet değiştirip içlerine karıştığımda neredeyse farketmezlerdi.."." Tevfik Fikret, Loti'nin, halkı tanımak için bu yola başvurmasını yazarın kişiliğindeki tuhaflıklara bağlıyor, garip davranışlarının bir örneği olarak değerlendiriyor; Ve bu kıyafetle Türk'leri aldatmayı bir yana bırakalım, kendi kendisini bile aldatamıyacağını belirtiyor.

Loti bu yazdıklarıyla olsa olsa kendi vatandaşlarını aldatabilir Tevfik Fikret'e göre : "Vatandaşlarını pek güzel aldattığına hiç şüphe yok, onlar sanıyorlar ve inanıyorlar ki Mösyö Loti Aziyade'sinde anlattığı gibi Selanik'ten sonra İstanbul'da gerçekten bir bayanla buluşmuş, onunla yaşamış, Eyüp civarında Fransızlığını hiç belli etmeyerek günlerce onunla birlikte oturmuş. Artık masalın bu kadarına inanınca, yazarın Türkçeyi anadili gibi bildiği, Türkleri, türklüğü inceden inceye tanıdığı inancı kuvvetlenmez mi?” Oysa, Türkçeye bu kadar hakim olduğunu söyleyen, ülkesinde kendini, kitaplarını o sıfatla satan Loti'nin kitaptaki İstanbul tanıtımından Tevfik Fikret'in aynen çevirdiği satırlar Loti'yi ele veriyor: "... Ve şimdi bu insan seli arasında, yine eskisi gibi yüksek sesle "bestûrl... bestûr!" diyerek atımı dört nala sürüyordum..."

Yazarın bir ramazan akşamı at üzerinde Galata'dan geçişini anlattığı bu satırlardaki çelişki ve türkçe hatası üzerine Fikret çileden çıkıp, eleştirisinin dozunu arttırıyor; "Caddenin o kalabalığında dörtnala gitmekten çekinmiyor. Pek güzel, ama o "bestûrlar da neyin nesi? Türkçeyi bir Türk gibi bildiğini iddia eden zât "destur!" (çekilin) sözcüğünü "bestûr!" diye mi telaffuz eder? ". Fikret, bu dil yanlışından sonra, Loti'nin örf ve adetlerimizle ilgili bilgisinin de sınırlı hatta yanlış olduğunu örneklerle gösteriyor. Bu örneklerden biri de, Loti'nin

Aziyade ile birlikte yaşarlarken, kızın her sabah yataktan kalkınca kırmızı bir boya ile "tırnaklarının ucunu" boyamak için onca zaman harcadığını ifade etmesi; Fikret bu betimlemeyi "zavallı aşık, bizim memleketlerde kına yakıldığını duymuş, bu boyanın parmaklara konduğunu da öğrenmeyi başarmış, ancak kullanım tarzını, işte onu öğrenmeyi başaramamış. Romanını yazarken düşünmüş, taşınmış, sonunda kadınların her sabah kına ile tırnaklarını boyadıklarına hükmetmiş, öylece yazmış ve vatandaşlarına kabul ettirmiş, inandırmış. Hem o kadar kabul ettirmiş ki kendisini Doğunun örf ve adetlerini en ince detaylarıyla bildiği için alkışlamışlar" diyerek yorumluyor.

Tevfik Fikret'in eleştirel görüşleri bu örneklerle de sınırlı kalmıyor. Bir Türk'ün bu romanı okuduğu zaman, daha isminden kuşku duyacağını, çünkü Aziyade'nin bir Türk ismi olmadığını, yayınlandığı zaman bilgisine değer verdiği bir tanıdığının "Dilimizde böyle birisim yok, ancak sözcük var, bunun yalnız "A'sı ziyade" (A'sı fazla) dediğini hicvederek anlatıyor.

Tevfik Fikret, Aziyade başlıklı makalesinde ise Loti'nin romanında yazdığı mektuplarda İstanbul'u, Türk yaşamını ve yaşadıklarını anlatırken "kıvırdığı yalanlar"a , "satmak istediği bilgiçliğe" değiniyor: Loti'nin üç aydan beri hâlâ İstanbul'a gelemeyen Aziyade' yi dört gözle beklerken, bir yandan da Rebeka adında bir Yahudi kızıyla gönül eğlendirdiğini, kadının arkasından sabahlara kadar sokaklarda, mezarlıklarda dolaştığını, hattâ bir gece yine mezarlıktan geçerken eli sopalı, beli silahlı bekçinin kendisini soymak istediğini anlatarak " bundan anlatmak istediği İstanbul'da gece bekçilerinin bile yoldan adam çevirdiklerini anlatmak olacak!" diyerek Loti'nin gerçekleri çarpıttığından ahlak kurallarını arzusuna göre değiştirdiğinden yakınıyor: "Adetler, ahlaklar arzusuna göre değişiyor; sokaklar istediği zaman tenhâ, istediği zaman kalabalık oluyor; semtler, binalar, binaların konumları bile onun keyfine göre yer değiştiriyor: Loti'nin Azarkapı dediği Azapkapısı Eyüp'ün karşısına, cami meydanı iskelesinin yanına geliveriyor!"'Tevfik Fikret’e göre, Bu yanlışlara, "çarpıtma" ve "yalanlara" bir başka örnek de, romanın baş kişisi Loti'nin, bir gün, Ortaköy’de bir arabada gördüğü üç hanımdan kendisine iltifat eden, adını ertesi gün öğrendiği Senîha hanımın tebessümle kendisini selamlamasını, Doğu'da kadınların yabancılara karşı çok lütüfkar davrandıkları, gözü açık bjr gencin bunlardan fazlasıyla yararlanabileceği şeklinde yorumlayarak ve şöyle demesi: Benim İstanbul'daki konumum, Türkçeyi ve Türk adetlerini bilmem, özellikle eski kilitlerle kapanan güvenli evim, bu gibi girişimler için çok uygundu.

 Eğer isteseydim, evim bu eşsiz güzellerin gidip gelecekleri bir yer olurdu." (s. 107). Aziyade'yi bir saflık simgesi olarak gören Loti, İstanbul'da yaşayan öteki kadınlara aynı hoşgörülü gözle bakmamaktadır. Özellikle Beyoğlu Boğaziçi'nin paşa ya da yüksek derecede görevli eşleri, haremde yaşasalar bile onun için
Avrupa'lı kadınlar kadar iticidirler. Bunları" boşluktan, sıkıntıdan patlayan ve ister Avrupa'lı, ister kayıkçı ya da uşak, karşılarına çıkan ilk erkeğe kendini teslime hazır kimseler" olarak görür. Orhan Koloğlu "Loti'nin Kadınları Osmanlı Hareminin Gizemli Dünyası" adlı yapıtında Loti'nin bu kanıya varmasını biraz önce sözünü ettiğimiz,hemen herkesin tanıdığı, "haremlerde skandallarıyla ve cezalandırılmazlığıyla ün yapmış çapkın bir kadın" olan Seniha Hanım'a bağlar.

Tevfik Fikret daha pek çok örnek verdiği makalesinde, romanın hemen her sayfasındaki "yalan" ve "uydurmaların", Avrupalıların Türkçeyi, Türklüğü bilmediklerine, bilir bilmez söyledikleri sözlerin ise yanlış, iftira olduğuna Loti'nin Aziyade adlı romanının çarpıcı bir örnek oluşturduğu değerlendirmesini yapıyor.

Bütün bu olumsuz eleştirilerde, T. Fikret'in Loti'ye yaklaşımı, duygusal düzeyde kalmış, “kendine acıma duygusundan kurtulmuş", değerlerinin farkına varmış, Batı'ya bu anlamda başkaldıran bir Osmanlı aydını olarak, Loti’yi kişisel özlemlerine, ütopyasına uygun, gerçeklerden sapmış bir söylemle metin oluşturduğu için yargılamaktadır. Eleştirisinde, "kimi zaman insanın isyan ederek kitabı elinden fırlatası geliyor" demesine karşın Fikret, "kalemle değil sanki bir peri kanadından koparılmış tüyle yazılmış" bu "yalancı sayfaların" yine de kendisini etkilediğini itiraf ediyor, Loti'nin üslubuna ve anlatımındaki büyüleyici güzelliğe hayranlığını "İşte sih-i beyân! İşte câzibe-i üslûb! Sn. Prof. Dr. Saın İnci Enginün’ün de andığı gibi Loti size istemediğiniz, inanmadığınız, adetâ hiddetlendiğiniz bir kitabı zorla okutuyor, seve seve okutuyor." (s. 106) diyerek ifade ediyor.

T. Fikret'in eleştirileri, zaten roman kahramanlarının kimlikleri, onların yaşayış biçimleri ve böyle bir serüvenin gerçek olamıyacağı üzerinde yoğunlaşıyor. Fikret'in bu eleştirilerinde haklı olduğunun kanıtı ise 1923 yılında, Loti'nin ölümünden sonra "L'opinion" dergisinde "Aziyade hakkındaki gerçek' başlığıyla bir Fransız tarafından kaleme alınan yazıdır. Selanik günlerinde Loti ile aynı gemide bulunan bir subay olan yazar, yazısında aynen şöyle diyor: "Loti'nin Aziyade'yi yazdığı sırada Hıristiyanlarla Müslümanların ilişkileri onun bize anlattığından çok farklıydı. Bize sunulan kibar fahişeler ya Ermeni ya da Rum'du. İster aşağı tabakadan, ister yukarı tabakadan olsun Müslüman kadınların hiçbiri Avrupalılarla yüzü açık konuşmazlardı zira din ve ahlak kuralları yüzlerini örtmelerini zorunlu kılar. Hele aynı haremin kadınları, kendi aralarında birbirlerini öylesine kontrol ederler ki, hiçbir kaçamak mümkün değildir.

 Ayrıca, Aziyade'nin yazarı ne derse desin harem ağaları son derece uyanık gözlemcilerdir ve böyle bir olayı hemen efendilerine bildirirlerdi. O dönemde uzun yıllar İstanbul'da ve Ortadoğu'da yaşadım. Hareme girmeye ve Müslümanlarla ilişki kurmaya çalışmış çok Levanten tanıdım. Hiç biri bunu başarabildiğini söylemedi (...)" Bu değerlendirme, Aziyade'nin Müslüman olmadığı gibi, bir Türk'le de evli olmadığını düşündürtüyor. Yazar ayrıca, Türk kadınlarının hiç tanımadığı bir özgürlüğü Loti'nin kahramanına tanımasının nedenin Aziyade'nin gerçekte bir kadın olmadığı, Loti'nin de romanını yazdığında o zamanki anlayışı ve yaşayış biçimini sadakatle yansıtmayı hedefleyerek, bir erkek kahramanı seçtiğini, ancak yayıncıların karşı çıkması üzerine gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra romanını yayınlatabildiğini anlatıyor. Gerçekten de Aziyade yazıldıktan uzun yıllar sonra basılabilmiştir. Orhan Koloğlu ise, kitabında, Aziyade'nin kimliği konusundaki kuşkularını şöyle dile getiriyor:" Genç kadının mezar taşında "Abdullah Efendi kızı Çerkez Hatice Hanım" yazılıdır. İslam'da kadın evlendikten sonra babasının adıyla değil, kocasının adı ile anılır. Demek ki Hatice Aziyade iddia edildiği gibi evli değildi ve bir haremde de bulunmuyordu."

Türk kadınlarının yaşadığı mekânın betimlenmesi, geleneklerin gözlenmesi gibi temalarıyla "oryantalist" çizgide roman yazmayı sürdüren Loti'nin 1906 yılında yayınlanan "Mutsuz Kadınlar" ("Les Desenchantees") romanının aldığı olumsuz tepkiler de küçümsenmeyecek boyutta. Bu kez toplumun en üst tabakasının haremini ve üç mutsuz kadının yaşam öykülerini anlatmaktadır Loti. Romanın yayınlanışıyla birlikte , Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Ömer Seyfettin, Omer Lütfi gibi o yıllarda Paris'te ya da yurtdışında bulunan Türk aydınlarından büyük tepkiler gelir. Zaman darlığı nedeniyle bunlardan yalnızca ikisine Fransa’da yayınlanan “Meşveret” dergisinde yazısıyla Ahmet Rıza'nın ve Abdullah Cevdet’in çıkardığı “İcdihad” dergisindeki eleştirisi ile Ömer Lütfi’nin görüşlerine yer vereceğiz. Ahmet Rıza , "Mutsuz Kadınlar" romanını, İstanbul manzaralarının betimlenmesinde ne kadar başarılı buluyorsa, haremi anlatışında ve Müslüman kadının sadece yüzünü değil, ruhunu da örten peçeyi kaldırma savında o oranda hatalı buluyor: "Loti'nin bir roman yazdığını, fantezilere başvuracağını gözardı etmiyoruz.

Ama, ya kahramanların kimlikleri?"...İşte, bu konuda yoğunlaşan eleştirilerinde şöyle demektedir Ahmet Rıza: "Aziyade bu güzel yaratıkların ilk örneğidir. Ama inanılması imkansız derecede hatalı, neredeyse sahtedir. Şimdi de sıra Cenan, Melek ve Zeynep'de. Doğu kadınlarını yansıtmak iddiasındaki bu naturalizm çabasında Türk olan sadece bu üç isimdir." "Loti'ye göre, diye devam ediyor Ahmet Rıza, Türk kadınlarına Folibergere'in ya da Olympia'nın kaldırımlarında geceleri açan sokak fahişelerinden daha kolay yaklaşılabiliyor ve aşk yapılabiliyor (...) Müslüman haremlerini Avrupa'lı olmak şartıyla erkeklerin canı çektiğinde girebileceği yerler saymak gibi garip bir fikre nereden varmıştır ?"

Bu romanı abartma, yapay ve gerçekdışı sayan bir başka yazar ise Ömer Lütfi Fikri. 1907'de İctihad dergisinde yayınlanan eleştirisinde, "romanın baş kişisi Andre Lhery'nin anlatmak istediği yüzyıllardır gelenek, ve kurallar içinde boğulan, devinimsiz, durağan bir yaşama uyma zorunluluğuyla bunalan bu mutsuz kadınların, aniden, üzerlerinden geçen Batı rüzgarının etkisiyle, "bilgi" nin verdiği acıyla uyanışları, bastırılmış arzu ve istekleri, varolma çabalarıdır. İyi güzel de!... bu tür acıları yaşayanlar yalnız Türk kadınları mıdır? Ama görünüşe bakılırsa, bizim kadınlarımızın yaşadıkları daha özel bir durum. Onlar, Loti'ye göre, hareme kapatılmış, sokağa çıkmaları, özellikle de erkeklerin bulundukları yerlere gitmeleri yasaklanmış, güneş ışığından yoksun kişiler. Bu da onların acılarını daha dayanılmaz kılıyor. Başka bir deyişle, kadınlarımızın en çok yakındığı harem hayatı.

Eskiden eğitimsizdiler, bizim onlara yaşattığımız tahammül edilmez acılara! katlanıyor, bu şartları kabulleniyorlardı. Oysa bugün, eğitilmiş, bilgili, kültürlü kişiler olarak yaşadıklarının bilincine varıyor, herşeyi daha iyi idrak edebiliyor, artık boyun eğmiyorlar. Bu söylediklerime, Andre Lhery (Loti) hiç kuşkusuz "yanlış anlaşıldım" diyerek karşı çıkacak, bunu biliyorum. Diyecek ki, "görüştüğüm bu zavallı üç kadının istekleri son derece alçakgönüllü, sıradan istekler. Hak olarak istedikleri en fazla onlara daha çok güvenilmesi, sorumluluk verilmesi, düşünen, özgür varlıklar olarak kabul edilmeleri, yüzleri örtülü bile olsa, erkeklerle birarada bulunup sohbet edebilmeleridir."". Ömer Lütfi, Loti'nin vereceğini düşündüğü bu cevaba "Ama Türk kadınları bunlara zaten sahiptir!" diyerek karşı çıkıyor.

"Kadınlarımızın hava karardıktan sonra dışarıya çıkmaları yasak olmadığı gibi, geceleri erkeklerden daha fazla gezerler. (...) Bütün bunları söylerken, kadınlarımızın sürdürdükleri yaşamın en iyisi, en ideali olduğunu iddia etmiyorum. Ancak, Andre'nin iddia ettiği gibi, kadın arkadaşlarının istekleri hiç de alçakgönüllü istekler değildir. Onların, büyük olasılıkla, kafalarından geçen başka şeylerdir, bu tür istekler bir süre daha gerçekleşmesi mümkün olmayacak şeyler. Onlar, daha çok salon yaşamını özlüyorlar, Avrupalılar gibi balolara gitmeyi arzuluyorlar, öyle k^ bunun için dayanılmaz bir istek duyuyorlar." (s.216) Ömer Lütfi, söz konusu bu kadınların Türk olamıyacakları gibi ortalama bir Avrupalıdan çok, olsa olsa Paris’li bir "monden" kadının yaşam tarzını, ruhunu yansıttıklarını ileri sürmektedir.

Bütün bu örneklerden anlaşılabildiği gibi, Loti'nin, dönemin Osmanlı toplumunda harem yaşamından tutun da, tüm örf, adet, yaşayış ve davranış biçimlerine ilişkin olarak aktardıklarında çok büyük çelişkiler gözlenmektedir. Bu çelişkilerin nedenlerinin daha iyi kavranabilmesi için Loti'nin farklı kişiliği kadar inançları üzerinde de durulmalıdır.

Öncelikle Avrupa'da giderek artan İslâm düşmanlığı karşısında Loti'nin tavrını ve İslâm'a hoşgörüsünü , onun dini inançlarına bağlıyor Orhan Koloğlu : "Ateist olduğu düşünülebilir, ama değildir. Aksine kaderci bir yanı var ve Islâmı dışlamaması da bundan kaynaklanıyor. Protestan olması bu yumuşaklığı bir ölçüde izah edebilir, ama yetersizdir. Hümanist bir yanı da var. İnsanların baskı ve zulüm altında tutulmaması, zorlanmaması gerektiğine inanıyor. (...) Ancak, onu antiemperyalist gibi algılamak da yanlış olur."

Koloğlu'nun nesnel olan bu yaklaşımlarındaki "Loti'yi antiemperyalist gibi algılamak da yanlış olur" değerlendirmesi Nazım Hikmet 'in 1925 'de yazdığı "Pierre Loti" başlıklı şiiri ile örtüşmekte.

Nazım Hikmet, Tevfik Fikret'in makalesinden yıllar sonra kaleme aldığı bu şiirinde, çok daha değişik bir Loti portresi çiziyor. Her ne kadar, o yıllarda, Avrupa'nın emperyalist politikalarına hizmet eden bir anlayış olarak görülen ve Batı'nın üstünlüğüne ve Batı'nın Doğu halkları üzerindeki hakimiyetini meşrulaştırmasına dayanan, Filistin asıllı Amerikalı profesör Edward W. Said'in geliştirdiği "Oryantalizm" söylemi günümüzdeki açıklığıyla tartışılmıyor olsa da, Nazım Hikmet, yaratılan Doğu imgesine herşeyden önce Doğu'nun yekpare bir bütünlük oluşturamıyacağı savıyla karşı çıkıyor. Batı'yı yargılamaksızın, daha ideolojik, daha evrensel, marksist bir çerçeveden bakarak, Loti'nin yarattığı Doğu imgesinin gerçeklerle hiç de bağdaşmadığını, Şark'ın yalnızca "Esrar! tevekkül!, kısmet!, kafes, han, şadırvan!"dan, "gümüş tepsilerde rakseden sultan "dan , "burunları kınalı kadınlar" dan, ezan okuyan "yeşil sarıklı imamlar" dan ibaret olmadığını "ne dün ne bugün  ne yarın böyle bir şark yoktu olmayacak!" dizeleriyle dile getiriyor.

Ayrıca, Nazım Hikmet şiirinde, Loti’nin hem "oryantalist" akım içinde hareket etmesi, hem de oryantalist söylemin özünü oluşturan Avrupa'nın kendi tarihsel gerçeklerini” gerçek budur, bundan başka olamaz" dayatmasından rahatsızlık duyarak, Türklerin savunuculuğuna soyunup, kendine Türklerin manevi yaralarını saran kurtarıcı misyonu yüklemesine duyduğu öfkeyi" Yine İnci Hanım’ın andığı dizelerle St. Pierre Loti!Sarı muşamba derilerimizden  birbirimize geçen tifüsün biti senden daha yakındır bize Fransız zabiti!", ya da "Çürük Fransız kumaşlarını yüzde beşyüz ihtikârla şarka satan :Piyer Loti! "gibi çok ağır ve eleştirinin çok ötesine geçen bir biçimde dile getirmektedir.

Burada, oryantalizm ve emperyalizm kavramlarının içerdiği açık ya da gizli sömürü arzusu, Loti'nin Türklerle ilgili olarak yaşadıkları, yapmak istedikleri ve yaptıklarıyla örtüşmese de, Nazım Hikmet, onun Avrupa emperyalizminden çok ayrı düşünülmemesi gerektiğine dikkati çekmek istiyor.

Nazım Hikmet'in bu savı, öyle görünüyor ki, Loti'nin İstanbul'da ve Doğu gezilerinde daima resmi, askeri ya da diplomatik bir görevle ülkesini temsilen bulunduğunu anımsatmak için.

Sonuç olarak, tüm bu olumsuz değerlendirmelerin ışığında, yazarların eleştirilerinin özellikle, Loti'nin kişiliği ve "tarihsel gerçekleri saptırdığı" yönünde ağırlık kazandığını görüyoruz.

Oysa, Loti, ne bir sosyolog, ne bir etnolog ne de bir antropolog, o yalnızca bir romancı. Yazdıkları da roman; yani kurgusal birebir gerçekle örtüşmemesi doğal olan bir yaratı. Bu nedenle, yazdıklarının gerçeği, yalnızca gerçeği yansıtması gibi bir beklentinin yanıltıcı ve haksız olabileceğini düşünüyoruz. .





 
Bu site Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır.
Bu sayfa 3264 kez gösterilmiştir.